Dünyaya gözlerini açan her insan için toplumun önceden kararlaştırdığı ideal bir yaşam biçimi vardır. Bu yaşamın şartları: iyi bir eğitim almak, iyi bir evlilik yapmak, çocuk sahibi olmak ve hayatının en güzel yıllarında çalışıp sonra usul usul ölmeyi beklemektir. Oysa yaşadıkça ve yaşlandıkça bu toplumsal normlara uymanın bizi ne kadar zorladığını ve içten içe çürüttüğüne acı çekerek tecrübe ederiz.
İngvar Ambjørnsen'in zencileri tutunamamıştır. Hayır hayır bu yanlış oldu! Tutulmaya çalışmamışlardır bile. Onun zencileri, çoğumuzun görmeye dahi tahammül edemeyeceği bir hayatı doğru olan, olması gereken buymuş gibi yaşar.
Üç arkadaşın sanatçı olma yolundaki nafile çabalarını okuruz. Alkol, esrar, seks ve daha fazla alkol, esrar, seks ile sürüp giden ve biten bir hayattır onlarınki.
Erling; bize sık sık tutkuyla bağlandığımız ve amaçsızca tükettiğimiz, tükettikçe daha fazlasını arzuladığımız: mutlu aile, iyi eğitim, sosyal statü ve daha birçok hedefin anlamsızlığını gösterir. Bizi hiçbir zaman tatmin etmeyen ve hep başkalarıyla kıyaslattıran bu acımasız hayatın boşluğunu derinden hissettirir bize ve canımız acır biraz.