Sana daha çok anlatacağım vardı. Dün çimlerde oynarken gördüğüm, cennetten gönderilmiş diye düşündüğüm sonradan isminin Buğlem olduğunu duyduğum yani cenneti müjdeleyen melek anlamına gelen kız çocuğunu anlatacaktım. Dünyayı henüz yeni keşfetmeye başlamış bir kız çocuğunun merakını, heyecanını, umudunu anlatacaktım. Sana güneşin tenimi nasıl yaktığını ama akşamüstü batışını izlemenin ruhumu okşadığını anlatacaktım. Ben kendimi anlatmayı bilemem, aslında sana seni anlatacaktım. Bugün yolda bulduğumuz yavru kediyi, titreyişini, çaresizliğini anlatacaktım. Fırsat kalmadı. Bu duruma nasıl geldik diye soracaktım, son damla suyla aşkı nasıl yaşatabildik ve ne kadar yaşatırız diyecektim, fırsat olmadı. Beni anlamanı bekledim, umdum. Cevapsız sorular şarkısını dinledim, ağladım, güldüm. Aklımı bir ucundan tutmaya çalıştım, durmadı haylaz yerinde, kim bilir nerelere bırakıp gitti. Bilirim henüz gençken uzun sürmez aşklar derler, biri gider biri gelir derler. Öyle mi olur gerçekten, o kadar kolay mıdır? Silip atmak kolay olmasa gerek diye düşündüm. Bir yıl, kime göre azdır? Kokunu unuturum diye korkuyorum ve bu beni dehşete düşürüyor. Anlamı yok konuşmanın, solmuş bir çiçeği canlandırmak nasıl mümkündür? Bugün sordum sana, nefretle aşkı aynı anda hissetmek mümkün müdür? Ama sildim sen görmeden, benim hissettiğim nefret değildi, kırgınlıktı, geçiştirilmekti. Burada bitiriyorum konuşmamı, içimden bir şeyler seninle beraber kopup gidiyor benden. Koy masaya bir kitap, bir de anı. Ege'nin kızı.