Gerçek ayrılık tam anlamıyla bir unutuşla başlar. Yalnız bizim değil, bizi bilenlerin de unutuşuyla. O yerden, o mekândan, o insandan bizde süren, bizi oluşturan ne varsa, hepsinin belleğimizden, benliğimizden, hayatımızdan silinip gitmesiyle...
İnsana verilen en büyük ceza, sınırlı bir hayatla sonsuzluğu kavrama yetisi olsa gerek. O, bilinçli ya da sezgisel bir algıyla, kendi yarattıkları da dahil, dünyanın tüm nesnelerinin kendinden daha ömürlü olduğunu görmüştür.
"İnsan ruhu-der, Kazancakis- dünyanın en emperyalist gücüdür; fetheder, fetheder ve hiçbir zaman fethettikleri ona yetmez." Bu sözü şöyle anlamak istiyorum ben: Böyledir, çünkü insan zamanın geçiciliğini canında duyar; böyledir çünkü yaşarken ölümü bir bilinç halinde yaşayan tek varlık insandır.
Sürekli mutluluk içindeki acısız hayat artık insan hayatı olmayacaktır. Olumsuzluğun peşine düşen ve onu dışarı atan hayatken dini geçersiz kılar. Ölüm ve acı birbirine aittir. Acıda ölüm önceden hissedilir. Acıyı yok etmek isteyen ölümü de ortadan kaldırmak zorundadır. Ama ölüm ve acısı olmayan hayat insani bir hayat değil ölmemişlik hayatıdır. İnsan hayatta kalmak uğruna kendini ortadan kaldırır. Muhtemelen ölümsüzlüğe de erişecektir ama hayatı pahasına.
Hiçliğin, yani her açıdan asla salt bir varolan olmayan ama aynı zamanda üstelik varlığın sırrı olarak mevcut bulunan bir gücün mabedi"dir ölüm. Ölüm insanın hazırda olmayanla, tamamen başka olanla, ondan kaynaklanmayanla ilişki içinde olduğu anlamına gelir.
"Eğer insanlar da bitkiler gibi, hareketlerini emirlere uyarak yapsalardı, hiçbir zaman eylemlerinden dolayı suçlanamazlardı. Tercihler yapabildiğimiz için suçlanıyoruz. Ya ahlakın içinde ya da dışındayız!"
Kopuşlar acı veriyorsa bağlar hakiki demektir. Sadece hakikatler acı verir. Hakiki olan her şey acı vericidir. Palyatif toplum hakikati olmayan bir toplumdur, aynının cehennemidir.
Ben sadece fazlasıyla ciddiye almıştım, küçükken babamın bana birini üzdüğümde söylediği o sözü, "Kendini karşındakinin yerine koy" Ve ilk başlarda bunu o kadar çok yapmıştım ki, bir gün dönüş yolunu yani kendimi bulamadım ve beynimin bir parçası boşlukta uçuşan, hayata uzaktan bakan, sadece seyreden bir çift göze dönüştü.
"Istıraba ses verme ihtiyacı, bütün hakikatlerin önkoşuludur. Çünkü ıstırap, öznenin omuzlarına binen nesnelliktir; öznenin en öznel unsuru olarak deneyimlediği ifadesi, nesnellik üzerinden dolayımlanmıştır."
"Acıda bulabildiği gülünecek şey oranında derindir insan. Daha önce insani acının derinliklerinde gömülü olmayan biri yüreğinin derinlerinden gülemez."
Ama artık çok geç bütün bunları düşünmek için. Yola çıktığım yeri göremeyecek kadar uzaktayım. Evimin kokusunu unuttum. Gaspçı bir korsan gibi dolanarak şehirleri bağlayan yollarda, en iyi bildiğim şeyi yapıyorum: düşünüyorum...