Erkek kısmı, ne de olsa, serbesttir; ihtirasları ve memleketleri dolaşır, engellerden atlar, en uzak saadetlere dişlerini geçirebilir. Kadının ise önüne her zaman engeller çıkar. Hem bir külçe gibi hareketsiz,
hem de kolay eğilip bükülen bir yaratık olan kadının başında, vücudunun rehaveti, kanunun emrettiği itaatler gibi düşmanları vardır. İradesi, şapkasının bir şeritle tutturulmuş tülü gibi, her rüzgârın etkisi ile çırpınır; daima sürükleyen bir arzu ve yine daima engel olan bir ahlak düşüncesi vardır
Ölümünü kabullenen bir ruh, dalga dalga dökülen ipek bir kumaşın hafifliğiyle iç geçirir. Bu duygu gündelik yaşamın sıradan gelgitlerinde rahat bir oh dedirtir insana. O ipekten kumaş, sanki zamanın başlangıcından beri doludizgin dolandıktan sonra sonunda hedefini bulmuş gibi çırpınarak - hayır "çırpınmak" kelimesi bile fazla - süzülerek gelir oturur insanın üzerine. Teslim bayrağı çoktan çekilmiştir ve artık kimse kaybedilenlere üzülmüyordur. Yenilginin kendisi bile kendi yüceliği karşısında yenilmiştir ve ölüm bir zafere dönüşür.
Yılanın sesi duyulmaz olur ve ölüm şefkatle okşar insanı. Artık ölüme aitsindir: ölüm köpeğinin başını okşayan bir sahip, ağlayan çocuğunu teselli eden bir annedir. Saatler birbirini kovalar; günle gecenin birbirinden farkı kalmaz. Karanlık öyle güzel, öyle sessiz bir fırtına gibi gelir ki beden yalnızca sonunda huzuru bulacağı o ninnileri, o son duaları bekler durur.
Kütüphanenin dışında kötülüklerle ve günahlarla bezeli bir yaşam sürdüğüm doğruydu ama içeride bilgiye olan bağlılığım bir azizin İncil'e duyduğu bağlılıktan farksızdı.
Doğru şeyi yaptığımdan emin değildim. Bela arıyor değildim. Bela beni bulma konusunda becerikliydi.
Ve içimde yine kapımı çalmak üzere olduğuna dair bir his vardı.
Her şey uzaklaşıyordu. Korku hâlâ oradaydı ama o kadar uzaktaydı ki... Ve bedeni de kendisini yıldızlarla kaplı uzaya taşırken kayıp gidiyordu. Kendini bıraktı. Her şeyi bıraktı.