"Toplum mühendisliği" denilen "üst akıl" şunu dayatıyor hepimize: "İnsanlar doğarken eşittir fakat giderek dinsel, cinsel, coğrafi, sosyolojik, lojistik, ekonomik, politik vb. nedenlerle birbirlerinden farklılaşır, ayrışır, birbirlerine kutuplaşırlar. Hayatın doğal akışı budur!" Ders kitaplarında okutulan İpek Yolu'nu hatırlayın. Yüzyıllar önce ilk kez Doğu'nun zenginliklerini Batı'ya taşımak için kat edilmiş o İpek Yolu'nda, bugün çoluk çocuğundan gayri her şeyini doğuda, ana yurdunda bırakmış perişan insan yığınları yürüyor Avrupa'nın içlerine doğru. Yalın ayak, aç, susuz... İtilip kakılarak, aşağılanarak... Kıyısında yaşayan halkların kendilerini şanslı saydıkları Akdeniz'in, Ege'nin sahillerine, dünyanın doğusunda doğmaktan başka bir kabahati olmayan mültecilerin cansız bedenleri vuruyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşanan en büyük ve en trajik göç hareketi bu. Bize "hayatın doğal akışı" diye anlatılan formatı, kapatıldığı o tırnak işaretlerinden kurtarıp özgürleştirerek benzemezlerimizle ortaklaşmayı deneyelim. Endişe, öfke, yılgınlık ve teslimiyeti, vicdandan yoksun kurgulanmış ve tırnak içinde hapsedilmiş "doğal hayat akışlarını" insanlığımızın ortak hikayesiyle takas etmeyi reddetmeliyiz.