Bu kitabın yalınlığı beni inanılmaz büyüledi. Asıl şaşırdığım nokta ise Japon asıllı bir yazarın İngilitere hakkında detaylı bir bilgi birikimine sahip olup, yetmezmiş gibi bunu romana dökmesiydi.
Kitap o kadar zarif ve sade ki herhangi bir olay anlattığı söylenemez aslında. Darlington Malikhanesinde çalışan Başuşak Stevens'in Ford'uyla yaptığı gezintisini konu alıyor. Stevens, romanın anlatıcısı. Ve sizi o dönemin olaylarını, önemli insanlarını, kahya ile aralarında geçen diyologları anlatarak mütevazı bir ortam sunuyor.
Kitabın sonlarına doğru hüzün kaplıyor içinizi. Acı bir hüzün değil bu, biraz buruk, biraz da yarım kalmışlık duygusu.
Kısa tuttuğum bu incelemeyi, kitaptan şu alıntıyla bitirmek istiyorum:
"Yaşamımız pek de dilediğimiz gibi çıkmadıysa durmadan geriye bakıp kendimizi suçlayarak ne kazanabiliriz ki? Şu acı bir gerçek: Gerek sizin gerekse benim gibilerin, yazgımızı, dünya dediğimiz bu tekerleğin göbeğinde yer alan ve bizim hizmetlerimizden yararlanan o büyük beyefendilerin ellerine bakmaktan başka pek bir seçeneğimiz yok. (...)
Bizim gibilerin hiç değilse doğru ve değerli bir şeye ufak da olsa katkıda bulunmamız yeterli olacaktır kuşkusuz."(sayfa 205)