Selamlarımla sevgili okurlar!
Bu defa Algernon Blackwood'un "The Willows" isimli öyküsü ile karşınızdayım.
"Tuna Nehri'nde yolculuk yapan iki arkadaş, kanolarıyla süratle ilerlerken kendilerini âdeta başka bir dünyanın eşiğinde, söğütlerin ıssız diyarında bulur. Bu viran bölgede uygarlığa dair tek bir işaret yoktur.
"Kendisine az çok sıradışı gelen bir duygu ortadan kalktığında insan zihni nasıl da hiç şaşmadan onun sebeplerine dair bir düzine açıklama türetiyordu."
"Dürüst olmak her istediğinde ağzına geleni söylemek anlamına gelmiyor. Dürüst olmak, doğruyu söylemeyi tercih ettiğin anlamına gelir. Bir şeyleri görmezden gelerek saklamak da bir yalandır."
"Küçüklükten beri bildiğim bir şey var: Hayat hepimizi, her birimizi kırıyor. Hiçbirimiz hasardan kaçamıyoruz.
Ama şu anda öğrendiğim bir şey daha var: İyileşebiliriz. Birbirimizi iyileştirebiliriz."
"Bu dünyada cesur olmanın bir sürü yolu var. Bazen cesaret, kendi hayatını senden çok daha büyük bir şey ya da başka biri için feda etmektir. Bazen de daha büyük bir amaç uğruna bildiğin her şeyden, bir zamanlar sevdiğin herkesten vazgeçmektir.
Ama bazen farklıdır.
Cesaret bazen acıya dayanabilmek için dişlerini sıkmak, her güne yeniden başlamak ve daha iyi bir hayata ağır adımlarla ilerlemektir.
İşte şimdi ben de böylesi bir cesarete sarılmalıyım."