"Varoluşun temel talebiydi sevgi." Diyor sevgili Martin. Aşk için ya da aşk sandığı şey için verdiği büyük mücadeleyi okuyoruz. Kitapta aristokrat sınıfının aslında gözümüzde büyüttüğümüz kadar önemli olmadığını göz önüne seriyor. Lack London. Yarı otobiyografi olan bu kitabında sevdiği kadın ile aynı seviyeye ulaşmak isteyen bir karakteri okuyoruz. Kitap ilerledikçe Martin gibi bizde fark ediyoruz ki onun olduğu sevye, sevdiği kadının olduğu seviyeden alçakta değil. Büyük bir yazar olmak isteyen Martin'in hayatını okurken kendimizden birer parça bulmamak imkansız. Hele ki okumayı seven biri iseniz. Kitaba başlarken Martin'i bu kadar sevebileceğimi hiç düşünmemiştim. Gerçek hayattan biri ile tanıştığımızda neler hissediyorsak kitabı okurken de bunları hissediyoruz. Muazzam bir eserdi. Kitabın sonlarında hissettiğim duyguları Albert Camus'un Yabancı kitabında da hissetmiştim. İnsanın içine düştüğü o anlamsız derin boşluğu iki yazar da o kadar iyi anlatmış ki hayran kalmamak elde değil. Ve kitaptan şu cümleler ile son vermek istiyorum incelememe. " Haritasız ve dümensiz kalmış, gideceği limanı olmayan bir gemiydi. Kendini akıntıya bırakıp sürüklenmek, en azından hareket etmek, hayatta kalmak demekti ki içini acıtan şey zaten buydu; yaşamak."