MY

MY
@My_00
Birilerinden hoşlanıyor ve bu durumu ilk kendi içimizde yaşamaya başlıyoruz. Ne yüksek duygular ama. Sonra o umduğumuz geniş zamanlar gelmiyor bir türlü. Beklentilerimize yakıştıramıyoruz hiçbir zaman dilimini. Buraya kadar tamam da geçen zamanın o denli hızına karşın söyleyemediklerimizle kaybolup gitme korkusu...söylesek zaman dar, söylemesek bir telaşla geçip gidiyor zaman...Ne doğru? Ne yanlış? Hangi karar hangi yola götürür? Bu kadar düşünüp bir şeyler yapamıyor olmak bana Oğuz Atay'ın şu roma  cümlesini hatırlatıyor: "Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım."
Reklam
Aşk mı yoksa eksikliğini hissettiğimiz şeyleri tamamlama çabası mı?
Konuyu Zeki Demirkubuz'un Kader Filmi üzerinden ele alacak olursam tüm hayatını aşkı için feda eden Bekir'in yolculuğunu anlatıyor film. Başta sessiz ve içine kapanık olan Bekir filmin sonlarına doğru Uğur'a duyduğu aşkı uğruna öngörülen karakter gelişiminin tersine bir gelişim gösteriyor. Bu noktada Uğur karakterine değinecek olursam Bekir'in tam tersine cıvıl cıvı, yeri geldiğine dişlerini sıka sıka hakkını savunan bir kadın. Peki Bekir'in peşinden koştuğu Uğur mu yoksa Uğur'a biçtiği anlam mı? Aslında kimi zaman kendimizde eksik olan tamamlamaya çalıştığımız unsurlar, algımıza takılmaya pek bir eğlimli olur. Filmde başta sessiz ve özgüvensiz olan Bekir bir gün dükkana gelen Uğur'a kalbini kaptırıyor ve sadece resmine bakarak zaman geçiriyor, bir eylemde bulunmuyor. Bekir aslında burada adını"aşk" koyduğu bu duyguda kendisinde eksik olan parçanın arayışına giriyor olabilir mi? Sokrates bu durumu  Diotima‟nın sözleriyle şu şekilde açıklıyor: Diotima‟ya göre “aşk şeylerin aşkıdır”. Bu şeyler bir aşığın “kendisinde eksikliğini duyduğu şeylerdir”. Aşkın konusu, âşık kimsenin arzuladığı şeyler, onun sahip olmadığı ve yoksun olduğu şeylerdir. Diotima‟ya göre, aşkın bir yoksunluk olduğunu düşünen kimseler için “eros” bir Tanrı olamaz, çünkü “eros” yoksunluk içindedir, iyi ve güzel şeyler ister.
Malefiz ve özgeci aşk
Aşk Stilleri Kuramına göre: "Özgeci aşk, karşısındakinin kusurlarına karşın karşısındakini seven, onun iyiliğini kendi iyiliğinden daha fazla düşünen bireylerin yaşadığı aşktır. Özgeci aşıklar aşkı vermeye inanırlar, çünkü herkes bunu hak eder. Onlar aşkı hissetmeyi görev gibi algılarlar; ancak aşktan ya da karşılarındaki kişiden hiçbir beklentileri yoktur. Özgeci aşıklar genellikle bağışlayıcı ve destekleyicidirler" Bu tanımı okuduğumda Malefiz geldi aklıma. Bence Stefan'ı ağırlıklı olarak özgeci aşk stiliyle sevmişti. Çünkü Stefan, Malefiz'in kanatlarını kopardığında Malefiz tüm benliğiyle bir değişime uğradı. Birden kapkaranlık bir boyuta geçiş yaptı. Peki bunun nedeni neydi? Bence Malefiz'in özgeci aşkının kendi benliğine zarar verecek niteliğe ulaşmasıydı. Burada Malefiz'e tek taraflı yüklenmek istemem. Bu durumdan beslenmesini çok iyi bilen Stefan ise şansını sonuna kadar kullanıp çıkarları uğruna Malefiz'i bir karanlığa hapsetmişti. Hangi stille sevdiğimizden ziyade bu stillerin hangi sağlıklı/sağlıksız boyutlarını hayatımıza taşıyoruz? Bunu düşünmekte fayda var :)) Romantik ilişkiler ve aşk Hasan Atak, Nuray Taştan Psikiyatride güncel yaklaşımlar 4 (4), 520-546, 2012

Reader Follow Recommendations

See All
Özlem Yenilmez'in kaleminden "Yazgı"
"Musa’ya göre yaptıklarının bir nedeni yok, sadece yapıyor. Onun hiçbir nedeninin olmaması ve buna bağlı olarak hiçbir şeyi bilinçli yapmaması, Musa’nın etrafında olaylar silsilesinin başlamasına neden oluyor. Zaman çizgisine müdahale etmemesinin de bir bedeli var çünkü. O çizgiye dokunmuyor, içerisinde hareket etmiyor olabilirsin, ama orada varsın ve en azından bulunduğun yerde iz bırakıyorsun. Yani Musa müdahale etmezse, zaman çizgisi ona müdahale eder. "
789 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.