...konuşsam da anlayacak pek kimse yok. Anlamış gibi davranacaklar. Ve ben 'mış' gibi davranılmasından sıkıldım... herkesin bir derdi olmuş "anlaşılmak"...
Sürekli ne alabiliriz, bize ne verilir bunu düşünüyoruz. Peki hiç sordun mu kendine, ben ne verebilirim?
n.b.
Bir zât, bir bîçareyi, bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam minarenin başında da en büyük bir hediyeyi veriyor. O mütenevvi hediyelere karşı ondan teşekkür ve minnetdarlık istediği halde; o hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahud hiçe sayıp şükretmeyerek yukarıya bakar. Keşke bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım, ne için o dağ gibi veyahud öteki minare gibi çok yüksek değil deyip şekvaya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir, bir haksızlıktır.
nimette kendinden yukarıya bakıp şekva etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki şükretsin.
Evet, doğum baya gerçek bir durum gibi gözüküyor. Peki ya gerçek ne? Doğum bir örnek gerçek için. Gerçeğin tanımı ne? Ve ben niye göremiyorum? Gerçekten soruyorum bunu, ben niye göremiyorum? İnsanın aklına gelmez mi hiç, gerçek dediğim şey ya gerçek değilse ya yanılsama ise ya da gerçek tek değilse? Görüldüğü üzere bir sürü soru var bu konu üzerine. Bu sorulara cevap vermeden nasıl inanır insan, nasıl bilir.