Bir hikâye yazılmıştır, gerçi fıkradır, ama bir hakikati göstermektedir, o şudur: Gagarin uzaya gidince, bir gazeteci onun evine gider ve çocuğuna sorar:
Baba nerede?
Uzaya gitti.
Ne zaman dönecek?
2 saat 35 dakika 7 saniyede.
Annen nerede?
Ekmek almaya gitti.
Ne zaman döner?
Belli değil.
O baba, burada bilimsel ilerlemenin sembolüdür, anne ise yeryüzünde kalan insan hakikatinin sembolü. Bu çocuk ise babasının başarısından bilimsel ilerlemenin (tabii ki bu anlamda bilim) dışında bir şeyi miras almayan, ama annesinin verdiği ızdırapla yaşayan yarının insanıdır. Hülasa insanı kurtarabilen en kutsal şey, bugün en dramatik, en facia getirici şey haline gelmiştir.
Sanırım yaşayabilmenin bir yolu da, kötü alışkanlık denilip yaka silkilen şeylerden kendinize uygun olan birine saplanmak, bir şeyin tiryakisi olmaktır.
Gerçekten isteseydin olurdu. Evet, hiç boşuna yorma kendini, isteseydin, eğer gerçekten isteseydin, olmak istediğin, olmasını istediğin olurdu. Olmadığına göre sen hiç istememişsin demektir.