Peş peşe okuduğum dört Saik Faik kitabının ardından ki yaklaşık 70 civarında öyküye denk geliyor, bir durup soluklanmak, biraz okuduklarımı sindirmek, biraz da üzerimde biriken yükü boşaltmak maksadıyla bir mola vermek icab edince, bir semaver dibinden daha güzel bir köşe olamayacağını düşünüp çıkınımı buraya boşaltmaya karar verdim...
Gelin,
Yalım geceye ne güzel uymuş, kurşun yüreğe ne güzel uymuş, eli kolu bağlı durmak bize ne güzel uymuş, kanı kuruyup yangın karşısında, elimiz koynumuzda durmak bize ne güzel uymuş, ağıt sesi gönlümüze ne güzel uymuş, karıların donu başımıza başlık diye ne güzel uymuş, insanlık bize ne güzel uymuş! Bak Sefçe arkadaş bak! Bu yalımlar ne güzel, ne kırmızı yalımlar! Yel estikçe uzuyor, genişliyor, güzelleşiyor. Yangınlar büyüdükçe yüreğim de kabarıyor, genişliyor. Yüreğim demircilerin örsüne dönüyor. Örs de yüreğe ne güzel uymuş. Ali Safa Bey de bizim korkaklığımıza ne güzel uymuş. İnsanlık da bize ne güzel uymuş! Bak Sefçe kardaş bak! Şu yalımlara bak, yalımlar gecemize ne güzel uymuş.