Elime ilk aldığımda tuval bomboştu. Fırça darbeleriyle renklendirdim. Bazen taşırdım, bazen boyam bitti başka boya ile tamamlamaya çalıştım. Bunları yaparken tuvali ve üstündeki resmi çocuklara; fırça darbelerini de ailelere benzettim. Bazı noktalarda fırça darbeleri ile taşıyabiliyoruz boyayı. Tuvaldeki resme bakıp övünüyoruz bazen ama hiç sormuyoruz o istedi mi bu fırça darbelerini. Acaba boyanmadan öylece beyaz olmak ister miydi? Ama hayır olamaz nasıl öyle kalsın hem bu hali daha güzel değil mi? İşte hemen bir karşı çıkış hemen bir otorite ve kendi bildiğimiz doğruları ona sunuyoruz. Hayır sunmak değil doğru kelime! Kendi bildiğimiz doğruları direkt aşılıyoruz. Doğru kelime aşılamak… Ama unuttuğumuz çok önemli bir şey var. Fırça tek başına bir anlamı olmazken tuval boş haliyle temiz bir hayatı, dolu haliyle de bir eseri temsil ediyor. Bu noktada yapmak gereken tuvalin sesini dinlemek. Tuvalin sesini dinleyin olur mu? Tuvalin sesi mi olur canım, o konuşamaz ses çıkaramaz demeyin. Sessiz çığlıkları var onun. Zaten en büyük ses de sessiz çığlıklar değil midir?