Sultan Murad gençliğinin en doruk zamanlarında adaleti ve huzuru sağlamaya başlamıştı. Ordusuna son derece bağlı ve sert olmaya, gücü de elinde toplamaya başlamıştı. Bir hedefi vardı o da
Bağdat'tı. İslam tekrardan orada yayılacak, ezan sesleri oraya hakim olacaktı. Artık Osmanlı tebaası Bağdat sokaklarında sessiz sakin bir şekilde başı önde değil, dimdik dolaşacaktı. Sultan Murat bunu kafasına koymuştu. Doğan Bey, Yaman Kazım, Musa Bey, Sofi Hoca ve nicesi bu kutlu yolda canla başla mücadele edeceklerdi. Bağdat seferi başlamış ve aylar süren yolculuktan sonra nihayet surlar görünmüştü. Padişah derin bir iç çekti ve "Benim olacaksın" dedi. Tekrardan İmam-ı Azam'ın türbesini ziyaret edecek ve helallik alacaktı. Sultan Murat onca şehit verdikten ve sevdiklerini bu yolda kaybettikten sonra Bağdat'a aldı. Artık Bağdat'ta islam sancakları dalgalanıyor ve halk huzura kavuşuyordu. Ancak bir sorun vardı: diz ağrıları bir türlü dinmeyen Sultan Murat Günden güne eriyordu. Yirmi sekiz yaşına gelmişti ve ilginçtir ki ölüme yaklaştığının farkındaydı. Hekimbaşılar ne yapsalar da ağrılarını dindiremiyordu. Ve bir perşembe günü hüzünlü gözler ve haykırışlarla mevlaya doğru rahmete erdi. Devlet-i Aliyye Murad'sız kalmış, gözyüzü anlamsız bir hal almıştı. Sonlara doğru gözyaşlarınızı tutamayacaksınız. İyi okumalar.
IV. Murad 2Yavuz Bahadıroğlu · Nesil Yayınları · 2006227 okunma
İnsan her istediğini yapabilecek kadar uzun değildir. Ömrümüzün her anını değerlendirmek zorundayız ki, yaşadığımız müddetçe birkaç hayırlı iş yapabilelim.
Batı emperyalizmi uyduruk bahanelerle milyonlarca kişiyi katletmiştir. Ortalığı kana bulamış, sonra kalanlara "demokrasi hediye ettiğini" beyan etmiştir.