Işığı kapattığım anda yorganı başıma çekerdim, böylece geceden gelen korkunç sesleri duymazdım. Güneş ışığı tekrar odaya dolana kadar cibinliğin güvenli sınırlarından asla çıkmazdım. Korkum azaldıkça bu düzende değişiklikler yaptım, özellikle kitapları baştan sona okumayı öğrendiğimde. O zaman daha uzun süre ayakta kalmaya ve korktuğumu unutmaya başladım. Biraz daha büyüdüğümde o kadar geç saatlere kadar kitap okumaya başladım ki annem kapımı çalıp ışığımı kapatmamı söyler oldu. Kaynağı belirsiz gece seslerinden duyduğum korku geçmemişti, herkesin böyle hissettiğini fark etmiyordum.
(...)
Paramı Burgonya şarabı içerek harcadım. Acılarım ruhanileşti, kederlerim sevince dönüşen umut taşıdı, affettiğim şeylerle ruhum arındı. Kendimle tatlı bir sohbete dalıyordum. Günbatımında hala hayatta olmaktı esas mutluluk. Bazen bordo şaraplarını şeçiyor, hafif müzik eşliğinde içimdeki manzaraları seyrediyordum. Gerçeğin doğasında bulunan saldırganlıktan kurtulmuştum. Hafiflemiş gibiydim. Vasatımla anlaşabileceğimi anlamıştım. Küçük yeteneklerimden keyif alabilirdim. Rakı sofrası davetlerini kabul etmiyor, ölüm gerçeğini şölen kültürüyle bastırıyordum. Toplumsal yozlaşma dışımda kalmıştı. Şarap sayesinde dünya bana, ben dünyaya sessiz sessiz gülümsüyorduk.
(...)