Aslında her şey tamam olmalı. Evvela ben bırakıp gittim. Olması gerekeni yaptığıma da eminim. Hem onun beni çoktan unuttuğu da kanıtlarla sabit. Galiba beni ona bağlayan, yarım kalan güzel şeyler değil, tamamlanmamış bir öfke.
Cemil Meriç, lise yıllarında hoşlandığı bir kıza aşk mektubu yazıyor. Kız mektubu okuduktan sonra Cemil Meriç ile dalga geçip, eğleniyor. Ertesi gün üstad, kızın kitaplarının arasına şu notu bırakıyor: "Sen kendime yaptığım en büyük saygısızlıksın."
Cemil Meriç, lise yıllarında hoşlandığı bir kıza aşk mektubu yazıyor. Kız mektubu okuduktan sonra Cemil Meriç ile dalga geçip, eğleniyor. Ertesi gün üstad, kızın kitaplarının arasına şu notu bırakıyor: "Sen kendime yaptığım en büyük saygısızlıksın."
Ansızın içimi kaplayan sessizlik beni ortamdan bütünüyle kopartmıştı. Konuştukları şeyler ilgimi hiç çekmiyordu. Tam anlamıyla düşünüyor sayılamayacak kadar dağınık düşünceler içerisinde olsam da kendi zihnimde kaybolmuştum. Bir süre sonra bir fikire tutunarak kendimi çekip çıkartdım. Karşımda nefes molası dahi vermeden konuşan aptalın boğazına sarılmak istiyordum.
Etlerini pişirmeden yiyorlardı. Ateş keşfedilmişti fakat bu bir insanın kendi başına yakabileceği bir şey değil. Tanrılar tarafından kutlama yapılmak için gönderilmiş bir lütuftu. Insanlar ateşi ömürlerinde bir şanslılarsa iki defa görüyorlardı. Ateş yandığında herkes heycanlanıyor, etlerini pişiriyor,etrafında koşarak dans ediyorlardı. Ertesi sabah uyandıklarında çok fazla, pişmiş ve ölmüş hayvan bulabiliyorlardı. Ateşe çok fazla yaklaşlanların canın acımasını açgözlülüğün ve oburluğun bir cezası olduğunu düşünmüşlerdi.