Hayat bu değil mi zaten? Nereye vardığın değil o yolculuğu nasıl yaptığın. Bir yolculukta ise en büyük neşemiz içimizde henüz ölmemiş olan bir çocuk...
"Hak edersen gerçek bir sevdayı yakını uzak, uzağı yakın kılabilirsin. Sesini duymasan da onunla muhabbete dalabilirsin. Gözünden ırak kalmışsa da gönlünde taptaze yaşatabilirsin.”
"Aşkı dinleyerek, okuyarak, gezerek bilemezsin. Aşkı ancak âşık olanlar bilebilir. O halde ben de âşık olmak istiyorum demek ise cesaret ister çünkü aşk insanı değiştirir, âşık olmak tanıdığın senin ölümü demektir.”
"Balık denizi anlamaz, yerini sorsan tarif edemez. Ancak bir oltanın ucunda karada kıvranırken anlar varlığından bile haberdar olmadığı bir yerde yaşadığını..."
Ne olursa olsun vapura her bindiğinde bir tane de martılar için simit satın alan güzel insanların yaşadığı bir ülkenin evladıydım ben. Kime zararı olurdu ki bu insanların? Birine kötülük yapabilirler mi mesela?
Ne kadar hızlı yaşarsak o kadar geç kaldığımız belli değil mi artık? Günün sonunda bir zafer ipi olmamasına rağmen hangi ipi göğüslemeye çalışıyoruz? Kim kandırdı bizi böyle? Kim ikna etti hızlı olanın kazanacağına bizi?
Hep bir şeylere yetişmeye çalış, hep yorul, hep terle, hep öfkelen ama yine de avuçlarının arasından kayıp gitsin yaşam.. Bir söz vardır ya "Taşıdığın yük ettiğin hamallığa değsin" diye, ne taşıdığımız yük işimize yarıyor ne hamallığımıza biri bir ödül veriyor.
Herkesin acelesi var, hepsi çok meşgul, hayat geçiyor, ömür kısa, yakalamak lazım ve erken kalkan yol alıyor, kalkamayan kaderine yanıyor. Yavaşlarsan tükenirsin, yok olursun, bitersin. Hiç durma, hep koş ve daima koş..
Gezmeye bile koşarak, kan ter içinde, canhıraş bir çabayla giden yurdum insanının artık karakterinden bir parçaya dönüşmüş tez canlılığını hem hasretle hem tarifsiz bir buruklukla izliyordum.