Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz.
Aşksız inanç olur mu?
Sevmeden ve sevilmeden, habire birşeylere homurdanarak iman etmek mümkün mü?
Aşk yoksa "ibadet" bir kuru kelimeden, yan yana gelmiş altı harften ibaret.
Dışı kabuk, içi oyuk.
İnsan aşkla ve aşkta iman etmeli;
Damarlarında gürül gürül hissederek Allah ve insan sevgisini!
"Ellacığımızın tüm yaşamı, kocası ve çocuklarından ibaretti. Kaderin türlü zorluklarına tek başına kafa tutacak ne bilgisi vardı ne tecrübesi. Hiçbir zaman risk almayı bilmezdi. Tedbiri elden bırakmazdı. İçtiği kahvenin markasını değiştirmek için bile uzun uzun düşünmesi gerekirdi. O kadar utangaç, öylesine munis ve ürkekti; tabiri caizse, pısırığın tekiydi. İşte tüm bu malum sebeplerden dolayı, kendisi de dâhil olmak üzere hiç kimse anlayamadı, tam yirmi yıllık evlilikten sonra Ella Rubinstein'ın nasıl olup da bir sabah kocasına boşanma davası açtığını ve kendini evliliğinden azat edip, tek başına sonu belirsiz bir yolculuğa çıktığını...
Şeriat der ki:" Seninki senin, benimki benim." Tarikat der ki:" Seninki senin, benimki de senin." Marifet der ki:" Ne benimki var ne seninki." Hakikat der ki: " Ne sen varsın, ne ben."