Demokrasilerde eğer patronunuz köpeklerin zihnini okuyabildiğini, gelişmiş bir medeniyetin okyanuslar altında kalan bir kara parçasında yaşadığını, genç erkeklerin genç kızları ayartabilmek için geceleri Carinthia'da ağır merdivenler taşıyarak dolaştığını, Yahudilerin soğuğu hissetmediğini ve patates kabuklarının öldürücü tropikal bir hastalığı tedavi edebileceğini söylese yavaş yavaş ondan uzaklaşmaya bakarsınız değil mi? Ancak Nazi Almanya'sında sıradan bir vatandaş olsaydınız, Hitler'in dünyanın en büyük ülkesi olup Avrupa'nın iki katı büyük lüğünde olan Rusya'yı işgal etme planının pek de parlak bir fikir olmadığını ancak kendi kendinize düşünebilir, bu fikri dillendiremezdiniz.
Gücü paylaşmayan, liyakat sistemini merkeze almayan bir sistem olan çarlık rejimi, en tepede dahi idari verimlilik sağlayamıyordu zira bakanlar dahi Nikolay'ın şüpheleri yüzünden kabine şeklinde çalışamıyorlardı. Daha alt kademelerde de liyakat yerine sadakat kavramı öncelikliydi. 1900 itibarıyla, daha sadık oldukları düşünülerek çoğu muhafazakar idareciler arasından seçilen valilerin yarısının yüksekokul eğitimleri yoktu. Otokratik bir rejimle devasa Rusya İmparatorluğu'nu, birbirinden farklı grupların değişim taleplerini umursamadan etkin bir şekilde yönetmek, bunu yaparken de uluslararası rekabette de geri kalmamak imkânsızdı.