Özhan Sarıyel

Spinoza’ya göre, Tanrı’yı keşfetmenin ve deneyimlemenin anahtarı, ilahi bir huşu ve tapınma yoluyla teslimiyet değil, felsefe ve bilimdir. Dinsel tapınma, yalnızca batıl inançlı davranışlara ve dini otoritelere boyun eğmeye yol açarken felsefe ve bilim, aydınlanmaya, özgürlüğe ve gerçek kutsallığa (yani iç huzura; varoluş ‘neşe’sine) götürür.
Reklam
Mutluluğumuz ve refahımız ne duyguların ve peşinde olduğumuz beyhude mal ve mülkün kölesi olan bir yaşamda ne de din olarak geçen hurafelere ilişkin düşünce mahsulü olmayan bağlılıkta bulunur, bunların yerine mutluluk aklın serüveninde gizlidir.
Ulusal devletler var olduğu ve birbirleriyle savaştıkları sürece, yalnızca verimsizlik insan soyunu koruyabilir. Savaşı önlemenin bir aracı olmadan ayrı devletlerin savaşma kabiliyetini iyileştirmek, evrensel yıkımın yoludur.

Reader Follow Recommendations

See All
İngiliz köylüler feodal beylere karşı mücadelelerinden asla vazgeçmediler. Pek çoğu efendilerinden kaçıp kralın ormanlarında avlandılar. Bunlara "özgür okçular" deniyordu. Kaçaklar gruplar halinde birleşip feodal beylere, piskoposlara, kraliyet memurlarına ve yargıçlara saldırdılar. "Özgür okçular" köylüler tarafından seviliyor ve destekleniyordu. Daha sonra, 14. yüzyılda, onların maceralarını ve kahramanlıklarını anlatan halk şarkıları, baladlar bestelendi. Baladların en gözde kahramanı, neşeli ve cesur bir adam olan, zenginlerin düşmanı, mazlumların sadık dostu Robin Hood idi.
Sayfa 120Kitabı okudu
Erken Ortaçağ’da, feodal devlet iki temel amaç güdüyordu: Ezilen sınıfın muhalefetini ezmek ve savaşlar yürütmek. Bunu yaparken feodal devlet kilisesinin desteğini aldı.
Reklam
Hokkabazların esprileri ve cüretkâr şakaları feodal beylerin hiç de hoşuna gitmezdi. Kilise de bu gezgin hokkabazlara eziyet edip onları bölgelerinden uzaklaştırırdı ve hatta onlar için bir Hristiyan cenazesi düzenlemeyi bile reddederdi. Halk sanati genellikle çalışan insanların feodal beylerin ve kilisenin zulmüne karşı itirazlarını dile getirirdi.
Korkunun kundağı sarmış her şeyi, gökyüzünü bile içine alacak kadar genişlemiş olan korkunun karanlık kundağı… ”Herkesin birbirinin avı olduğu zamanlardan geçiyoruz,” diyorlardı etrafta, sahiden de öyleydi.
6.yüzyılda Ksenophanes insan merkezci çoktanrıcılığa yıkıcı bir kesinlikle karşı çıktı: Eğer atlar ve öküzlerin elleri olsaydı ve çizim ya da heykel yapabilirlerdi, atlar tanrılarının şekillerini at gibi resmederdi, öküzler de öküzler gibi.
Hüsran hissine bulduğumuz ilk yalancı çözümden -yaşamaktan korktuğumuz hüsranı hissetmemize engel olacak ideal bir arzu nesnesi yaratmaktan- asla kurtulamayız. Kafamızdaki ideal insan, gerçek insanlarla gerçek ilişkiler içine girmekten kaçış noktamız olur.
Dünyada iki tür insan vardır: yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler. Seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler.
Sayfa 159Kitabı okudu
Reklam
Bir insan diğer insanları ne denli çok sevdiğinden sürekli söz ediyorsa, bunu neden ilan etme gereği sorusu da akla gelir. Çünkü insanları gerçekten seven biri, bunu sürekli dile getirme gereğini duymaz, sevgisini yaşantıya çevirir.
İnsanları sevebilmek, onlarla baş edebilecek yöntemleri geliştirebilmeyi gerektirir. Bununla kastedilen, karşımızda düşmanlar varmışçasına geliştirilecek savunma yöntemleri değil, kendimizi dürüst ve açık bir biçimde yaşayabilme yürekliliğini gösterebilmektir. Sinsice yaşanan duygular, insanların bize, bizim de onlara ulaşabilmemizi engeller. Çünkü onlar gerçek bizi değil, gösterdiğimiz yanlarımızı kabul ederler. Sonunda, kabul edilen gerçek benliğimiz olmadığından, kendimizi de kabul edilmiş hissedemeyiz.
"Vahşetten insancıllığa götüren bir evrensel tarih yoktur, ama sapandan bombaya götüren bir evrensel tarih vardır."
Ve her çağda, ezenler bir gün mutlaka batmaya mahkum bir toplum yapısını zorla sürdürmeye çalışırken, ezilenler daha güzel, daha insanca bir dünyanın savunmasını üstlenmişlerdir.
Tarihi yapan cihangir komutanlar değil, üretim araçları mülkiyetinden doğan sınıflar mücadelesidir.
62 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.