Özgün

Özgün
@Ozqun
Sıkı Okur
Adalet Bakanlığı Personeli
Ereğli
17 February
884 reader point
Joined on January 2018
Şu anda okuduğu kitap
...bir dizi bilinen olaydan yola çıkarak başka bir olayın meydana geldiği, gelmekte olduğu ya da geleceği çıkarımını yapmamızı sağlayacak şekilde bazı koşullar olmuş mudur? Ya da böyle bir çıkarımı emin olarak yapamazsak, yüksek olasılık derecesiyle ya da her halükarda bir yarıdan daha büyük bir olasılıkla yapabilir miyiz? Eğer bu sorunun cevabı olumluysa, aslında hepimizin de inandığı üzere, kişisel olarak deneyimlemediğimiz olayların meydana geldiğine inanmakta haklı bulunabiliriz. Eğer cevap olumsuzsa, inancımız asla gerekçelendirilemez. Mantıkçılar bu soruyu kendi yalın ve basit haliyle pek de ele almamıştır ve ben de bunun net cevabını bilmiyorum. Şu veya bu yönde bir cevap ortaya çıkana kadar soru her fırsatta sorulmalı ve dış dünyaya olan inancımız da sadece hayvani inanç olmalıdır.
Reklam
Deneyimlenmeyen Şeye Dair Çıkarımlar
Mesela ahbabınız Bay Jones'u yolda yürürken gördüğünüzü söyleyebilirsiniz, fakat söylemeye hakkınız olanın çok ötesine geçmektir bu. Durağan bir arkaplanda bir yandan öbür yana uzanan art arda sıralanmış renkli benekler görürsünüz. Bu benekler, bir Pavlov şartlı refleksi vasıtasıyla zihninize "Jones" kelimesini getirir ve böylece
Eğer kendi deneyiminizin dışında herhangi bir şeye inanacaksanız, buna inanmanız için bir sebebiniz olması gerektiği çok açıktır. Bu sebep genellikle yetkedir. Cambridge'de laboratuvarlar kurulması ilk kez önerildiğinde, bir matematikçi olan Todhunter, öğrencilerin deneylerin yapılış safhasını görmesine gerek olmadığını, çünkü hepsi yüksek vasıflara sahip ve birçoğu İngiltere Kilisesi'nin papazı olan öğretmenlerinin bu sonuçların doğru olduğunu teyit edebileceğini söyleyerek itiraz etmişti. Todhunter yetkeden gelen bir savı yeterli olarak görüyordu ama yetkenin ne kadar sık hatalı çıktığını hepimiz biliyoruz. Çoğumuzun bilgimizin büyük kısmı için kaçınılmaz olarak yetkeye bağımlı kaldığı doğrudur. Yetkenin bana öğrettiği bir bilgi olan Ümit Burnu'nun varlığını kabul ediyorum, keza her birimizin coğrafyanın tüm olgularını doğrulamamızın imkânsız olduğu çok açıktır, fakat doğrulama fırsatının var olması önemlidir ve arada sırada bunun gerekli olduğu kabul edilmelidir.

Reader Follow Recommendations

See All
Değişken olması dolayısıyla bilime gülüp geçmek ilahiyatçıların yaptığı bir şeydir. "Bize bakın," derler. "Biz İznik Konseyi'nde ne söylendiyse hâlâ onu söylüyoruz, oysa bilimcilerin iki ya da üç yıl önce söyledikleri şeyler çoktan unutuldu ve eskidi." Bu şekilde konuşan insanlar ardışık yaklaşım fikrini anlayamamıştır. Bilimselliğe yatkın bir mizaca sahip hiç kimse şu anda bilim çerçevesinde inanılan bir şeyin tam olarak doğru olduğunu söylemez; bunun tam doğruluğa ulaşma yolundaki bir aşama olduğunu söyler. Bilimde bir değişim olduğunda, mesela Newton'un yerçekimi yasasından Einstein'ınkine uzanan değişim sürecindeki gibi o zamana dek yapılanlar tamamen alaşağı edilmez, biraz daha doğru bir şey eskinin yerine geçer yalnızca. Diyelim ki çok hassas ve net olmayan bir aletle ölçtüğünüz boyunuzun 1,83 olduğu sonucuna vardınız; eğer akıllıysanız, boyunuzu tamı tamına 1,83 varsaymaz, 1,80 ile 1,85 arasında varsayardınız ve yapılacak titiz bir ölçüm boyunuzun 1,82626 metre olduğunu gösterseydi daha önce ulaştığınız sonucu alaşağı ettiğinizi düşünmezdiniz. Önceki sonuç boyunuzun yaklaşık olarak 1,83 olduğu şeklindeydi ve bu da doğruluğunu korumaktadır. Bilimdeki değişiklikler de tam olarak buna benzemektedir.
Einstein'ın yerçekimi yasası Newton'unkinden çok daha geneldir çünkü sadece maddeye değil, aynı zamanda ışığa ve her türlü enerji biçimine uygulanabilir bir yasadır. Einstein'ın genel yerçekimi kuramı sadece Newton'un kuramını değil, aynı zamanda elektromanyetizma kuramını, spektroskopi bilimini, hafif basıncın gözlemlenmesini ve büyük teleskoplar ile fotoğraf tekniğinin mükemmelleştirilmesine borçlu olduğumuz çok ayrıntılı astronomik gözlem yapabilme becerisini gerektiriyordu. Tüm bu ön hazırlıklar olmadan Einstein'ın kuramı ne kurulabilir ne de ispat edilebilirdi. Fakat kuram matematiksel olarak ortaya konulurken tümelleştirilmiş yerçekimi yasasını başlangıç olarak alıyor ve tümevarımsal yöntemle yaptığımız savlamanın sonunda yasanın dayandığı doğrulanabilir sonuçlara ulaşıyoruz. Tümdengelim yönteminde bu buluşun açmazları belirsizleştiğinden bizi ana öncülümüze götüren tümevarım için ne çok bilgi gerektiğinin farkına varmak da zorlaşıyor. Benzer türde bir gelişme kuantum kuramıyla ilgili olarak da şaşkınlık verici bir hızda meydana geldi. Bu tür bir kuramı gerektiren olguların mevcut olduğu ilk kez 1900 yılında keşfedilmişti ancak konu halen okuyucuya bir evrenin var olduğunu zar zor anımsatacak şekilde tamamen soyut bir biçimde ele alınmaktadır.
Reklam
Bilim en ideal durumda hiyerarşik olarak düzenlenmiş bir dizi önermeden meydana gelir; bu hiyerarşinin en alt seviyesi tikel olgularla ilgiliyken, en üst seviyesi evrendeki her şeyi yöneten bir tümel yasa ile ilgilidir. Hiyerarşinin içindeki çeşitli seviyeler, biri yukarıya, diğeri ise aşağıya doğru giden olmak üzere çift yönlü bir mantıksal bağıntıya sahiptir. Yani mükemmelleştirilmiş bir bilimde şu şekilde ilerlememiz gerekir: A, B, C, D, vs. şeklindeki tikel olgular, eğer doğrularsa, örnek oluşturdukları belirli bir tümel yasayı olası olarak ortaya koyarlar. Başka bir olgular dizisi başka bir tümel yasayı ortaya koyar, vs. Tüm bu tümel yasalar eğer doğrularsa, örnek oluşturdukları, tümellik bakımından daha üst düzeydeki bir yasayı tümevarım yoluyla ortaya koyarlar. Gözlemlenen tikel olgulardan o ana dek doğrulanmış en tümel yasaya geçişte birçok aşamadan geçilmesi gerekir. Bu tümel yasadan, önceki tümevarım işlemimizin başlangıcı olan tikel olgulara varana değin sırayla çıkarsama işlemine devam ederiz. Ders kitaplarında tümdengelim yolu benimsenirken, laboratuvarda tümevarım yolu izlenir.
Bir bilim yasasına varırken üç temel aşamadan geçeriz: birincisi dikkate değer olguların gözlemlenmesidir; ikincisi bir hipotez kurarız ki eğer bu hipotez doğru ise bu olguları açıklayacaktır ve üçüncüsü bu hipotezden gözlemle sınanabilen sonuçlar çıkartırız. Eğer sonuçlar doğrulanırsa, hipotez geçici olarak doğru kabul edilir, gerçi başka olguların keşfedilmesinin sonucu olarak daha sonra bu hipotezde genellikle küçük değişiklikler yapmak gerekecektir.
Pavlov şimdiye dek istemli davranış denilen olguyu bilim yasasına tabi tutma problemini başarıyla ele almıştır. Aynı türden iki hayvan ya da iki farklı durumda tek bir hayvan aynı uyarana farklı şekilde tepki verebilir. Bu da irade denilen bir şey olduğu fikrini doğurmaktadır; bu irade belli olaylar karşısında bilimin aradığı düzenliliğe uymayan değişken tepkiler vermemizi sağlar. Pavlov'un şartlı refleks çalışması, bir hayvanın yaradılışından gelen özellikler tarafından belirlenmemiş olan davranışlarının nasıl da kendilerine has kuralları olabileceğini ve şartsız refleksler tarafından yönetilen davranışlar kadar bilimsel olarak ele alınma kapasitesine sahip olduğunu göstermiştir.
Bırakın zihin etrafını saran doğaya karşı zaferden zafere koşsun, sadece dünyanın yüzeyini değil, aynı zamanda denizlerin derinliklerini ve atmosferin dış sınırlarını da insan yaşamı ve faaliyeti için fethetsin, bırakın muazzam enerjileri kendi hizmetine sokup evrenin bir yerinden başka bir yerine akıtsın, bırakın düşüncelerini aktarmak için uzayı ortadan kaldırsın; ancak insan denen aynı mahluk karanlık güçler tarafından savaşlara, devrimlere ve bunların getirdiği dehşete yöneltilerek, kendisi için hesaplanamayacak maddesel kayıplara ve anlatılamaz acılara sebep olmakta ve hayvani koşullara geri dönmektedir. Sadece bilim, tam olarak belirtmek gerekirse insan doğasını konu alan bilimin ve her şeye kadir olan bilimsel yöntemin yardımıyla buna karşı sergilenecek en samimi yaklaşım, insanı şu an yaşadığı kasvetin içinden çekip çıkartabilir ve çağımızın insanlar arası ilişkiler mecrasında yaşadığı utançtan onu arındırabilir.
Bilimci genel yasalara ulaşmak açısından önem taşıyan olguları araştırır ve fakat tek tek ele alındıklarında bu olguların hiçbiri ilginç değildir. Bilimle ilgisi olmayan bir insan, ünlü bir laboratuvarda neler yapıldığını öğrendiğinde, tüm araştırmacıların zamanlarını boş işlerle harcadıkları izlenimini edinir, fakat düşünsel olarak aydınlatıcı olan olgular genellikle de kendi içlerinde işte böyle boştur ve ilginç değildir.
Reklam
Bahis oynatan kişi bilimi yanına alır ve gittikçe zenginleşir, oysa bahis oynayan kişi bilimi karşısına alır ve gittikçe yoksullaşır. İnsanın mükemmeliyeti konusuna gelirsek, insanların ruhunun olduğu inancı insanlığı ileri götürme amacına yönelik belirli bir teknik yaratmıştır ama bu yönde uzun süren ve pahalıya mal olan çabalara rağmen şimdiye dek görünür hiçbir iyi sonuç doğurmamıştır. Yaşamın, insan bedeninin ve zihninin bilimsel yöntem tarafından ele alınışı ise tam tersine çok geçmeden sağlık, akıl ve ortalama insan erdeminde önceki hayallerimizi aşan gelişmeler sağlama gücünü bizlere büyük ihtimalle verecektir.
İnsanlar fikirlerini umutları yerine kanıtlara dayandırmakta daima zorlanırlar. Komşuları bir kusur işlemekle suçlandığında, bu suçlamaya hemen inanmak yerine, bunun doğrulanmasını beklemek onlara neredeyse imkânsız gibi gelir. İki taraf savaşa girdiğinde, bunlardan her ikisi de zaferin kesinlikle kendinin olacağına inanır. Bir insan bir ata para yatırdığında, o atın yarışta birinci geleceğinden emindir. Kişi kendini ele aldığında, ölümsüz bir ruha sahip iyi bir adam olduğuna kanidir. Bu önermelerin her biri ve hepsi için öne sürülebilecek nesnel kanıtlar bir kulağımızdan girip diğerinden çıkabilir, fakat isteklerimizin inanmaya gösterdiği eğilim neredeyse dayanılmaz seviyededir. Bilimsel yöntem isteklerimizi bir kenara iter ve isteklerimizin hiç rol oynamadığı kanılara varmaya çabalar. Elbette bilimsel yöntem uygulama düzeyinde birtakım avantajlar getirir; eğer bu böyle olmasaydı hayal dünyası karşısında kendine bir yol açamaz, asla başarılı olamazdı.
İnsan bir kenara bırakılıp sadece hayvanlar ele alınsaydı, evrim kuramı bazı insanlarca bu kadar büyük bir itiraz gösterilmeksizin kabul edilebilirdi, fakat halkın zihninde Darwinizm insanların maymun soyundan geldiği hipoteziyle özdeşleşmişti. Bu da insan gururunu neredeyse Kopernik'in yeryüzünün evrenin merkezinde olmadığı doktrini kadar zedeliyordu. Geleneksel ilahiyat, doğal olarak daima insan türünü yüceltmiştir; eğer ilahiyat maymunlar ya da Venüslüler tarafından yaratılmış olsaydı hiç şüphesiz ki böyle bir niteliğe sahip olmazdı. Bu şekilde insanlar, dini savunduklarını zannederek, kendi özsaygılarını korumayı başarabilmiştir. Üstelik insanların ruhu olduğunu da biliyoruz, oysa maymunların yoktur. Eğer maymun kademeli olarak gelişip insana dönüştüyse, o zaman insan hangi aşamada bir ruha sahip olabilmişti? Bu problem aslında, bir fetüsün tam olarak hangi evrede bir ruha sahip olduğu probleminden daha zor değildir, fakat yeni açmazlar daima eskilerinden daha kötü görünür, keza eskilere artık aşina olunduğundan, onlar o kadar da acı verici gelmezler. Eğer açmazdan kaçınmak için maymunların da ruhları olduğunda karar kılarsak, o zaman da tek hücrelilerin de ruhları olduğu görüşüne doğru sürükleniriz ve tek hücrelileri ruhtan mahrum bırakacaksak, o zaman da eğer bizler evrimciysek neredeyse insanları da ruhtan mahrum etmeye mecbur kalırız. Bu açmazların hepsi Darwin karşıtlarınca hemen bariz şekilde görülmüş ve ne şaşırtıcıdır ki ona eskiye kıyasla daha şiddetli bir muhalefet yapılmamıştı.
Darwin'in önemi, bilimsel ayrıntıların dışında, biyologların ve onlar vasıtasıyla toplum genelinin türlerin değişmezliğine dair eskimiş inancı bırakmalarına ve farklı hayvan türlerinin hepsinin ortak bir soydan dönüşerek gelişmiş olduğunu kabul etmelerine sebep olmasında yatar. Modern zamanlarda yaşamış her yenilikçi gibi o da Aristoteles'in yetkesiyle savaşmak zorunda kalmıştı. Aristoteles'in insan soyunun başına gelmiş en büyük talihsizliklerden biri olduğu söylenmelidir. Bugüne dek pek çok üniversitedeki mantık eğitimi onun sorumlusu olduğu birçok saçmalıkla doludur.
Darwin çok gezmiş, akıllıca gözlemlerde bulunmuş ve konusu üzerinde sabırla ve uzun süre düşünmüş biriydi. Onun kadar saygın bir konum işgal eden kişilerden daha parlak biri değildi; gençliğinde kimse onu takdir etmemişti. Cambridge'de hiç çalışmayıp, sadece geçer not almak ona yetiyordu. O zamanlar üniversitede biyoloji okuyamadığından, zamanını kırlarda yürüyüşler yapıp böcek toplayarak geçirmeyi tercih ediyordu ki bu resmen bir tür aylaklıktı. Darwin asıl eğitimini Beagle adlı gemiyle çıktığı ve ona pek çok bölgenin hayvan ve bitki çeşitlerini inceleme ve coğrafi bakımdan ayrı olmakla birlikte, benzer olan türlerin habitatlarını gözlemleme fırsatı sunan yolculuğa borçludur. En iyi eserlerinden bazıları bugün ekoloji adını verdiğimiz bilim dalıyla, yani türlerin ve cinslerin coğrafi dağılımı gibi konuları elen alan bilimle ilişkilidir. Örneğin bu yolculukta Alplerin yükseklerindeki bitki örtüsünün Kutup bölgesindeki bitki örtüsüne benzediğini gözlemlemiş ve buradan da buzul çağına dayanan ortak bir soydan geldikleri çıkarımında bulunmuştu.
6.7k öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.