Murad uncumusaoğlu

Abdülhamid Dönemi
Padişah, hanedan , azası , sarayın adamları , katipler ,karinler ,mabeyinciler, seccadeci başılar, kilerci başılar, esvapçı başılar, ibrikçi başılar, şefleri (darüssüâde ağası) adını taşıyan ve vezir rütbesine kadar yükselen harem ağaları, valide sultan kâhyaları, takım takım muhafızlar, tüfenkçiler, silahşörler, ağalar, jurnalciliği meslek edinen kimseler, imtiyazlı bir sınıf teşkil ediyordu. Bir adamın meziyeti, hizmeti sayesinde bir mevki kapmasına ve ilerlemesine imkân yoktu. Makbul olan şey, eski gidişin taraftarı olmak, Padişaha körü körüne bağlılık göstermek, mensuplardan birinin yakını olmaktı. Eski derebeylik ölçüsünde kurulmuştu. Bütün bu mensuplar birbiriyle hoş geçinir insanlar değildi. Gözde olanların ayağına karpuz kabuğu koymak, mensuplar arasında nüfuz bakımından daha fazla mertebe almak için boyuna entrikalar, tezvirler, jurnaller devam ediyordu. Jurnaller, gizli çalışan divanı harplere havale ediliyordu. Usuller keyfi idi. Sürgün felâketi her gün, her saat, her ailenin karşısına çıkabilirdi. Bu sebeple politika bakımından ortalıkta bir ölüm sükûtu hüküm sürüyordu. Suya sabuna dokunmak istemeyen her adam gölgesinden korkuyor, gazeteler Padişahın dualarıyla ve onu övmelerle dolu olarak çıkıyor, asıl tenkit ve münakaşalar gizli temaslarla yapılıyor veya yurdun dışındaki Jöntürk gazetelerinde yer alıyordu.
Reklam
Abdülhamid
Ahmet Emin Yalman'ın "Gördüklerim ve Geçirdiklerim" adlı eserinde de (Cilt 1, sayfa 46) şöyle deniliyor: “Abdülhamid devrindeki haliyle memleket bir milli varlık olmaktan uzaktı. Padişah, memlekete kendi has çiftliği gözüyle bakıyordu. Memleketin yarısı, Hazine-i Has- sa adı altında, kendi tapulu malı idi. Diğer yarısına da keyfinin istediği gibi tasarruf ediyordu. Geçmiş asırların debdebesi ve israfları içinde saray her şeyi sömürüyordu. Onun için 'Yok' yoktu.
Filipinliler isyancılara yiyecek ve barınak sağlayarak onları kararlılıkla desteklediler. Kızılderililerle mücade ederken mükemmel sonuç vermiş olan taktikleri kullanan bazı Amerikalılar, olağanüstü bir vahşetle karşılık verdiler. Bir pusudan sonra General Lloyd Wheaton, on iki kilometre mesafedeki tüm çevre kasabalarınin tahrip edilmesini ve insanların öldürülmesini emretti. İsyancılar, Samar adasında Balangiga'da konuşlu Amerikalılara baskın yapıp oradaki yetmiş dört askerden elli dördünü öldürünce Albay Jacob Smith birliklerine, on yaşından büyük olan herkesi öldürüp adayı “inleyen ıssız bir yere” çevirmeleri emrini verdi. Bazı askerler bu görevi seve seve yerine getirdiler. Bir tanesi ailesine yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Savaşçı kanımız kabardı ve hepimiz ʻzencileri' öldürmek istedik... Bu avcı insanlar tavşan avında hepsini vurur." ABD subayları yüz binlercesini toplama kamplarına koydu.
Sayfa 25 - sayfa giriş kısmının Roma rakamı kısmıdırKitabı okuyor

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kontrgerillanın ortaya çıkışı 1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'nda İşçi Bayramı kutlanacaktı. Alanda toplananların üzerine ateş açıldı, 34 kişi öldürüldü, yüzlerce kişi yaralandı. Ecevit devlet içindeki kontrolsüz yapılanmadan kuşkulanıyordu. Bülent Ecevit: Ben “kontrgerilla” lafını kullanmadım. Fakat Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısı
Sayfa 142Kitabı okudu
Atatürk, Stalin, Hitler, Mussolini, Franco kıyaslaması... Atatürk'ü anlatırken, onu döneminin dünya liderleriyle “üniforma” üzerinden karşılaştırdı. Bülent Ecevit: Atatürk döneminde Almanya'da Hitler, İtalya'da Mussolini, İspanya'da Franco, Rusya'da Stalin vardı. Hitler asker değildi, Mussolini askerlikten kaçmak için ülkesini terk etmiş, uzun süre Lozan'da bulunduktan sonra er olarak askerlik yapmıştı. Stalin ise başçavuştu. O dönemde büyük zaferler kazanmış gerçek asker sadece Mustafa Kemal'di. Asker olmayan diktatörlerin hepsi askeri üniforma kullanırken, Mustafa Kemal “mareşal” üniformasını çıkarıp parlamenter sisteme hayat kazandırdı.
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam