Herkesin hayatında artık geri dönülemez bir noktaya geldiği olur. Nadiren de artık daha ileri gidemeyebiliriz. O noktaya geldiğimizde, bu iyi bir şey de olsa kötü bir şey de olsa, sessizce kabullenmekten başka çaremiz olmaz. İşte bu şekilde hayatta kalmayı başarırız.
Artık özgür olduğumu düşünüyordum. Gözlerimi kapatıp yalnızca ne kadar özgür olduğumu düşündüm. Oysa özgür olmanın ne anlam ifade ettiğini, henüz tam olarak anlayabilmiş değildim. Anlayabildiğim tek şey, artık yalnız olduğumdu. Yalnız ve bilmediğim bir yerde. Pusulasını ve haritasını kaybetmiş bir gezgin gibi. Özgür olmanın anlamı bu muydu acaba?
Sen o rüyanın asıl sahibisin ve o rüyaya sen de katıldın. O yüzden yaşadığın rüyada olanlar yüzünden sorumluluğu sen almalısın. Nihayetinde bu rüya, senin ruhunun karanlıklarından geçip gelerek ortaya çıkmadı mı?
Tutunabileceğimiz herhangi bir şey yok mu bu evrende?
İçine tepeleme daldırıldığımız o yanılsamalar karmaşası içinde, bir hakikat heykeli olarak dikilmiş tek bir şey var, o da sevgi. Gerisi hiçlik, bomboş bir hiçlik.
Aşk yaşamının en büyük deneyimidir ve aşk enerjisi ile deneyimlere girmeden yaşayanlar hayatın ne olduğunu asla öğrenemezler. Fazla derinlere inmeden yaşamın yüzeyinde kalırlar.
Aşk olduğu zaman seven ve sevilen birlikte aşkın içinde kaybolur. Eğer özgürlük ve aşka sahip olursan başka şeye ihtiyacın kalmaz.
Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker... Nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi.
Mutsuzlar bencil, öfkeli, haksız, serttirler. Birbirini ancak aptallar kadar anlayabilirler. Mutsuzluk kişileri birleştireceğine, ayırır. Üzüntünün ortak olduğu durumlarda bile acıya karşı birleşmesi gereken insanlar, olağan durumlarda olduğundan daha çok sertlik ve haksızlık yapar, birbirini hiç anlayamazlar.
Doğada bir umutsuzluk, bir tedirginlik vardı. Odasında bir başına oturmuş, geçmişi unutmağa çalışan düşmüş bir kadın gibi, ilkbahar, yaz anılarını düşünüyor, kaçınılmaz kışı, boynunu eğmiş, bekliyordu.