“Hiçbir tehlikenin olmadığı, kötülüklerden uzak, iyilerin kazandığı, kötülerinse cezasız kalmadığı bir dünyada sevmek, hem de masal gibi sevmek isterdim seni. Ama ne yapalım, bizim de payımıza bu düştü işte.”
“Onu anlayabilmeniz için tanımanız, tanımak için de sabretmeniz lazım. Belki de İsmail Abi bu yüzden yalnızdır. Belki de bu yüzden girdiği hiçbir işte tutunamıyordur. Çünkü kimse birini tanımak için sabretmiyor artık. Kimsenin kimseye ayıracak vakti yok.”
“Masadaki sürahi gibiyim. Öyle kırmızı kapaklı cam sürahilerden de değil ha. Baya alelade plastik bir sürahi. Hatta çatlamış tuvalet maşrapası. Görenlerin “ulan bunun ne işi var şimdi burada?” diyeceği bir şekilde masanın ortasında duruyorum. Evet, bu tam olarak benim işte. Ben Mecnun Çınar.”
Altay Türk kozmogoni mitlerinde, yaratım başladıktan sonra tanrının emrinin dışına çıkan “Erlik” bu birliği bozmuştu. Böylece ilk kötücül varlık tüm potansiyeliyle birlikte yeraltına çekildi. Erlik Türk mitolojisinde mutlak kötünün sembolü olarak anılacaktı. Erlik örsünü, çekicini eline aldı ve kötüleri yarattı. Aynı vuruşla kötü ruhlar “albıs ve şulbuslar” da yaratılmıştı. Yeraltında Erlik ile birlikte oğulları, kızları, ona hizmet edenler, bekçilik eden kara köpekler ya da boğalar ile yarattığı diğer kötü ruhlar ve kötü insanların dönüşmüş ruhları körmösler yaşardı. Yutpa ve Abra adlı ejdere benzeyen iki korkunç varlık Erlik’in ülkesinin bekçileriydi.
“Türkler üstünde yaşadıkları yer-suya saygı göstermek zorundalardı. Suların kutsal koruyucuları vardı. Bu kutsal iye nehirlerde, ırmaklarda, göllerde, pınarlarda bulunabilirdi. Yaşadığımız coğrafyaya daha yakından bakalım. Şifalı sulara olan rağbet ve güven, bazı çeşmelerin, kuyuların ve kaynakların muhtelif hastalıklara iyi geleceğine olan inanç, suya okunup üflenmesi ve benzeri daha pek çok uygulamanın kaynağı nedir? Hıdırellez akşamı kağıda yazılıp toprağa gömülen dileklerin suya atılmalarının sebebi, mesajların bu yolla iletilip karşılık bulacağına yönelik inançtır. Kurşun dökme işleminde kişinin üzerindeki nazarı, negatif enerjiyi suya aktarıp kurtulma isteği vardır. Ya da üzerinde nazar olduğunu düşünen insanların nazar duası okunduktan sonra suya bakmaları, suya dokunmaları istenir. İnsanların suyun gücünü hala hatırladıkları, onun kötü enerjiyi hapsedip şifa verme yetisi olduğu düşüncesini hala taşıdıkları açıktır.
“Ateş Türkler için temizdi, temizleyiciydi; kötü ruhları kovardı. Bugün de ateşin temizleyici özelliği Hıdırellez’de yakılan ateşle yaşamaya devam ediyor.Ateşin üzerinden atlayarak geçirilen dönemin olumsuzluklarından arınma, baharda yeni döneme arınmış bir şekilde girme isteği yenileniyor.Ateş kültünün aileyi ilgilendiren noktaları ise Ocak Kültü ile ilişkilendirilmiştir. Ateşin ruhu olduğu gibi ocağın da bir ruhu vardı. Bu ruh içinde yandığı ailenin ocağının korunmasından sorumluydu. Ocak bir ailenin birliği, yemeğinin piştiği anlamına geliyordu. Tam tersi de ailenin yok olması demekti. Ocağın sönmesi, ocağa incir ağacı dikilmesi gibi deyimler bu kültle doğrudan ilişkiliydi.
“Ağaçlar şekil itibariyle akrabalıkları ve soyları andırır. Ağacın gövdesinden çıkan dallar ayrı ayrı aileler gibidir ama kökleri ortaktır. Yeraltındaki bu kökler de ölmüş atalarla ilişkilendirilir. Çocuğu olmayan kadınların bir ağaçtan veya bir ağaç yoluyla çocuk dilemesi Türk coğrafyasının tamamında görülen yaygın bir gelenektir.”