Kendimi bilmeye başladığım yaşlarda, içinde yaşamak zorunda kaldığım hayatın bende baş edilmesi güç bir nefes darlığı ve kopkoyu bir iç sıkıntısı yarattığını derin bir acıyla fark ettim.
Her şey bitmiştir. Acısını, hüznünü unutmuşsundur.
Sonra ‘o’ hiç aklında yokken içine bir kasvet, bir bungunluk çöker.
Sebep arar da bulamazsın.
Bu kalbimizin, o eski seven, heyecan duyan kalbimiz olmaması, kalbimizin paslanmış olmasının acısıdır, kasvetidir.
Savaşta ayağı kopan askerin, kesilen ayağının acısını unutması, tek ayakla yaşamaya alışması ancak bazen gayriihtiyari elinin, o kesilmiş ayağın olduğu boşluğu okşamak istemesi gibidir.
Acının, hüznün, derdin, sıkıntının bin türlüsü vardır.
Sevgiye muhtaçlıktan, nefsine boyun eğiyor insan.
Sabretmek diyorum, bolca, günaha girmeden sabretmek.
Sonunun selametliği hatrına sabretmek.
Beklemek zor, sanki bir hiçi bekliyormuşçasına umutsuz bir eylem beklemek. Vazgeçmeye çok yakın yada isyan etmeye.