Hayat coşkun bir ırmak gibi akarken, kenarda izleyen, katışamayan ayrışamayan bir kadının hikayesi Mücella. 1940 lı yıllarda doğan, ülkenin gaz yağından lambaya, tel dolaptan buz dolabına, çay bahçesinden kafelere, konaklardan apartman dairelerine, tek partiden çok partiye; sosyal kültürel teknolojik geçişinin hikayesi. Annesinin; babasız kız çocuğu büyütme kaygısı , “adı çıkarsa “ korkusu ile sınırlarını daracık çizdiği, sindirdiği , hep başkaları için yaşamaya mahkum ettiği, fedakarlık ile kurban rolü arasında git geller yaşayan, her çağırıldığında giden, her geleni hem köhne evinde hem yüreğinde ağırlayan, mühür basmış gibi aynı şehirde doğan aynı ortamda hiç değişmeden ölen mücella. Hemen yanı başında çiçek gibi açan, hayatın tadına varan Filiz’in, aşkından yataklara düşen, annesini ezip geçemeyen Yusuf Ziya’nın , albay kocasının erine 40 yaşından sonra aşık olup onunla kaçan , aşkın büyüsü sönünce geri dönüp heba olan Güzide’nin, Rengin’in, Nazlı’nın , Sahir efendinin “sıradan” , şaşırtmayan hayatının duru bir Türkçe ile şahane anlatımının kitabı. Ben çok beğendim, Türk edebiyatına ilgi duyanlara hala okumadıysanız önerilir efendim…