" Portuga'yı unutamıyordum. Kahkahalarını. Farklı telaffuzunu dışarıdaki cırcırböcekleri bile sakalının hırş, hırş, hırş sesini taklit ediyorlardı. Onu aklımdan çıkaramıyordum. Acı çekmek ne demekmiş asıl şimdi anlıyordum. Acı çekmek bayılana kadar dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insanın sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi. Kolları, başı hep dermansız bırakan, yastıkta öbür yana dönme isteğini bile söndüren bir şey. "
Doğrusunu söylemek gerekirse çok büyük beklentilerle kitabı elime almadım. Ama okumaya başladığım ilk andan itibaren nasıl bittiğini anlamadan her bir sahneyi hayalimde canlandırarak Zezé nin büyülü dünyasında buldum kendimi. Daha önce bir çok kitap okudum ama hangisinda bu kadar çok ağladığımı hatırlamıyorum..
Zezé nin hayatı kalbime o kadar çok dokundu ki..
Haksız yere herkesten dayak yemesine karşı 5 yaşındaki bir çocuğun düşünemediği şeyleri düşünebilen, kendisi küçük yüreği kocaman birinin öyküsünü okumuşum ben aslında.
En yakın sırdaşı Minguinho adını verdiği şeker portakalı fidanı aslında Zezé nin en yakın sırdaşı, her dediğine kulak veren ve onu koşulsuz şartsız seven bir portakal fidanı. Onun yanı sıra Portuga ile yaşadığı muhteşem dostluğu okumaya değer. Ölümü beni o kadar sarstiki zezé ile birlikte o boş duvarları izledim. Söylenen hicbir seyi duymadım ve sadece konuşulanları dinledim.
Seni uzun bir süre unutmayacağım Portuga.
Yüreği kocaman bızdık, seni de unutmayacağım Zezé.
Günün birinde tekrar okumak dileğiyle..