Elimi uzatıyorum gördüğüm her hayale, gölgeye, yansımaya.. Ve elimi çekiyorum dünyadan, geçmişten, gerçekten... Bir açık hava otelinde maviyi seyre dalarken.
Hayatımız boyunca hemen hepimiz duygusal çatışmalarla karşılaşırız. Bu çatışmalarla mücadelede savunma mekanizması olarak ister mizahı kullanalım ister inkarı, zihnimizin nasıl işlediğini durup düşünmek hiç şüphesiz bize hem içsel bir aydınlanma hem de rahatlama sağlayacaktır.
Sekreterle dünyadan, geçimden, insandan söz açmıştık. Başka şeyler düşünülmeyen günlerde yaşıyoruz. Aşktan söz açsak hemen ayıp oluyor. Çiçeklerden söz açılsa olmuyor, tutmuyor.
Zaman ne yıpratıyor onu, ne de eskitiyor (oysa benim yaşlanmam...): bengi bir 'gençlik' içinde, yönelimlerini, arzularını, özlemlerini - hayallerini - canlı tutuyor, sürdürüyor, gerçekleşmelerini bekliyor - - - benden...
Zamandan kurtulmak istiyor.
Benim en çok gereksediğim; eksikliğinin sıkıntısını en çok çektiğim -- ama, bol bol sahip olduğumda da çar-çur ettiğim--, zaman, onun için yok edilmesi gereken bir şey.
---Ama zamansız var olamaz ki!...
----Bunu da biliyor, sanıyorum.
'Burada' olmak-- ve bunu söylemek; "Buradayım" demek --ne demek, temelde?
Bir şeyin hesabını vermeğe hazır olmak gibi bir şey-- hesabına hazır olunan bu 'bir şey' de, bütün bir yaşam olabileceği gibi, kişinin bir sözü, bir eylemi de olabilir.
Dolayısıyla, bir hazır-olmayı dilegetirmektedir; çünkü 'burası', "Buradayım" diyen için, bazı şeylerin başlangıç noktası olma anlamını taşır--o 'bura' dan başlayarak olanaklı bir 'ora' ya doğru, zaman içinde bir süreç öngörülmektedir.
Oruç Aruoba, metis yayınından duyduğum ve twitterda birçok sözüne denk geldiğim yazar... Kitabını daha almadan çok büyük bir düşünür olduğuna emindim. Kitabını okuduğumda ona düşünür demenin eksik kaldığını ve bu kelimenin yerine ne konur hala bulamadığımdan dolayı ona en sade ama dolu bir anlam taşıyan yazar kelimesini uygun gördüm... Kitabında kendiliğe dair her konuya farklı açılardan bakarak, sorgulayarak, tanımlayarak, kavramların köküne inerek, bazen soru işaretleri bırakarak bazen de bosvermişlikle (boş vermenin içindeki o doluluğun içine bizi bırakarak) değiniyor. Değinmek çok yüzeysel kaldı. Derinlerine iniyor her bir konunun ve siz de o derinlerde onun baktığı gibi belki de üstüne birtakım sorular, kuşkular ya da anlamsızlıklar yükleyerek kayboluyorsunuz. Kendine bir yolculuğa ne kadar kaybolmak demek dogruysa... Yazarın ağzından şöyle de denebilir (denmelidir diye düşündüm): "-gerçi senden gizlediğim; senin kendi kendine kurarak bulmanı istediğim-bir düzen var; ama, açıkça serimlediğim, ve sürdürdüğüm 'karmaşa' yı da görüyorsun- seyrediyorsun(!)-, diye, umuyorum..."
Kitap zihninizi fevkalade kurcalayan ve yazara hayran bırakacak türde. Zaten yazar sonlara doğru 'beynine sağlık' diyerek de bir öğretmen edasıyla yolcu ediyor.. Zaman zaman Nietzsche'yi okur gibi hissettim, bu bana ayrı bir lezzet verdi. Yazarın özgünlüğünü korumadığı anlamına gelmiyor tabi. Bana göre çok özgün bir yazar. En azından şu zamana kadar okuduklarımla böyle düşünüyorum. Kitabı okumanızı ve okurken not almanızı tavsiye ederim.
Yitik bir ezgisin sadece
Tüketilmiş ve düşmüş gözden;
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını,
Severken hiçbir böcek
Hiçbir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.
-Ataol Behramoğlu