Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Salman Ferzelıyev

Otobüsleri hayat yolunda ilerliyor; fakat onlar etraflarından geçip giden güzellikleri göremeyecek kadar kör olmuşlar. Bir düşünsenize. Öldüğünüz gün, posta kutunuzda bir daha asla cevaplanamayacak olan 30-40 e-posta olacak. Her şeye yetişebilmeniz imkânsız, o hâlde biraz rahatlayın, derin bir nefes alın ve yolculuğun tadını çıkarın.
Reklam
Birçok insan sonsuza dek yaşayacağını sanır. Yolculukları son bulduğunda hepsini bir kenara bırakmak üzere para, mal ve güç biriktirerek hayatlarını harcarlar. Bunları mezara götüremezsin. Öyleyse bu gereksiz telaş neden? Çoğu insan anlamsız bir sürü şey için strese girer. İnsanlar yaşam alanlarına karşı son derece koruyucu olurlar. Yalnızca haberleri izlerler. Hatta ülkeler bile sınırları üzerine tartışırlar. Keşke insanlar bir sabah uyansa ve tüm kâinatın kendi evleri olduğunun farkına varabilseler. Tüm dünyaya sahip olmak varken, ufak toprak parçaları için savaşmak neden? Hâlbuki yalnızca yolculuğun tadını çıkararak hepsine sahip olabilirler; fakat onlar ferah yaşamak yerine küçük parçalar üzerine odaklanıyorlar. Terfiler, son teslim tarihleri, e-postalar için endişeleniyorlar ve bugünü bir daha asla yaşayamayacaklarını tamamen unutarak, ufacık şeyler için iş arkadaşlarıyla ve aileleriyle tartışıyorlar.
Gerçekte, zamanın ve mekânın olmadığı bir âlemin içinde yaşamaktayız da, bunun bilincinde değiliz!.. Ve belki de şartlanmalarımız o kadar ağır basmakta ki; idrakımızın önünde olan bu gerçeği gene yapımız ve şartlanmalarımız sebebiyle inkâra kalkışmaktayız.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ünlü batılı düşünür George Berkeley 1750’lerde düşüncesini şöyle dile getiriyordu: “Kâinatın muazzam yapısını meydana getiren cisimlerin, onu değerlendirecek bir zihin olmadığı sürece bir cevher olmasına imkân yoktur. Bütün bunlar benim veya başka bir yaratılmışın zihnine hitap etmediği sürece mevcudiyetinden söz edilemez; ya da Ebedî Ruh’un zihninde mevcuttur denebilir.”
Siz hangi ismin mânâsına dönük olarak “zikir” yaparsanız; yani Allâh’ın “Esmâ ül Hüsnâ”sı tâbiriyle işaret edilen Allâh’ın hangi ismini tekrar ederseniz, beyninizde o mânâ yönünden bir kapasite genişlemesi söz konusu olur. Bu bahse ilerde tekrar geleceğim için, burada fazla genişletmiyorum ve işin başka bir teknik yanına girmek istiyorum.
Reklam
“Zikir” yaptığınız zaman, yani “Allâh”a ait olarak bilinen bir mânâyı tekrar ettiğiniz zaman, beyinde, ilgili hücre grubunda bir biyoelektrik akım meydana geliyor ve bu, bir tür enerji şeklinde dalga bedene yükleniyor!.. Aynı zamanda siz bu mânâyı yani bu kelimeyi tekrara devam ederseniz; bu defa, bu kelimenin tekrarından oluşan biyoelektrik enerji daha güçlenerek yeni hücre birimlerini devreye sokuyor ve bir kapasite genişlemesi söz konusu oluyor. Bu tekrara daha uzun bir süre devam ettiğimizde ise, devreye giren yeni hücre grupları dolayısıyla, beyninizde yeni mânâlar oluşmaya başlıyor. Tekrarladığınız kelimelerin işaret ettiği mânâ istikametinde yeni anlamlar beyninizde açığa çıkmaya başlıyor ve siz: “Ben zikre başladıktan sonra kafam değişmeye başladı, huylarım değişmeye başladı. Birtakım şeyleri daha iyi anlamaya başladım” gibisinden şeyler söylemek durumunda kalıyorsunuz!..
Beynin üretip ruha yüklediği, ruhun kendini Dünya’nın ve Güneş’in çekim alanından kurtarmasını sağlayacak olan antimanyetik enerjiye; eski dilde, din terminolojisinde “NÛR” adı verilmiştir. Kişinin “NÛR”u ne kadar çoksa, cehennemden o kadar kolay kurtulabilecektir... Yani kişi ne kadar ruhuna enerji yükleyebilmişse, bu çekim alanlarından o kadar kolaylıkla kurtulabilecektir.
“İbadet” denilen çalışma şekillerinin sebebi hep beynin gelişip güçlenmesi ve dolayısıyla bu özelliklerin ruha yüklenmesidir7...
“Ruh bedende” yani “dalga bedende” var olan bütün özellikler, beyin tarafından üretildiği için, beynimizi ne kadar geniş kapasiteli kullanabilirsek, ne kadar çok enerji üretebilirsek, o kadar güçlü bir ruha sahip oluruz... “Dünya âhiretin tarlasıdır, burada ne ekersen orada onu biçersin” demelerinin sebebi, işte budur.
“Madde enerjidir; enerji de madde!.. Aradaki fark, gelip geçici bir hâldir... Eğer madde dediğimiz şey, kitlesini bırakıp ışık hızıyla seyretmeye başlarsa biz ona radyasyon-ışın, yahut enerji deriz... Yok eğer, enerji bilakis yoğunlaşır, katılaşırsa, durgun bir hâl alırsa, biz onun kitlesini tayin ve tespit edebiliyorsak, bu defa da ona madde, deriz...”
Reklam
“MUHAKKAK Kİ BİZ O EMANETİ (Esmâ şuuruyla yaşamayı), SEMÂLARA (benlik bilincine), ARZA (bedene) VE DAĞLARA (organlara) ÖNERDİK DE, ONU YÜKLENMEKTEN KAÇINDILAR (Esmâ bileşimleri onu açığa çıkarmaya elvermedi); VE ONDAN KORKTULAR! ONU, İNSAN (hilâfeti oluşturan Esmâ mânâlarını açığa çıkarma şuuru) YÜKLENDİ.” (33.Ahzâb: 72)
Yaratılmışların çoğu, belirli bir idrak seviyesini aşamadığı için, göremeyecekleri sayısız varlıkların mevcut olduğunu düşünemez de, hemen görünüşe göre hüküm verir. Böylece, o hükümle, işin gerçeğine karşı kendi kendini aldatmış olur.
Onlar birer ayna olmuşlardır. Kim baksa, onda kendinden başkasını göremez olur... Onda gördükleri hata ve kusurlar, görenlerin kendi hata ve kusurlarından başkası değildir.
Ne hayrettir, ve ne hikmettir, ki daha “nefs”lerini tanımamış; sigarayı bile terk edememiş nefsinin esiri kişiler, GERÇEK MÜRŞİD KURÂN’ın, vasfını üzerlerine alıyor, kendilerini O’nun yerine koyuyorlar!..
Gerçek anlamıyla cehennem, günümüz pozitif ilminin tasdik ettiği şekilde Güneş’tir!.. Ancak Güneş’in cehennem olması, gözümüzle gördüğümüz atomüstü boyutuyla değil, onun ikizi olan atomaltı ışınsal boyutu itibarıyladır. Dünya, tüm içindekilerle birlikte gelecekte Mars’ı da içine alacak şekilde büyüyecek olan Güneş’in içine gidecek ve orada buharlaşacaktır!.. Dünya’dan, cennetler diye anlatılan yıldızların bir alt boyutundaki dalga âlemde yer alan sonsuz zevk ortamına gidemeyenler, burada ebedî olarak Güneş’in içinde hapis kalacaklardır. “Semûm” yani “zehirleyici radyasyon” olarak tarif edilen güçlü Güneş ışınımı, insanların holografik-dalga bedenlerini sürekli rahatsız edip, büyük azaplar çektirecektir.
1.639 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.