"Dindar değilim" dedi. "Ama bu balığı yakalamak için on Göklerdeki Babamız ve on Selam Sana Meryem okuyacağım ve eğer yakalarsam Cobre'li Bakire'yi ziyaret edeceğim. Söz."
Duygusuzca dualarını okumaya başladı. Kimi zaman öyle yorgun olurdu ki duayı anımsayamazdı, o zaman kendiliğinden gelsin diye hızlı okurdu. Selam Sana Meryem'leri okumak Göklerdeki Babamız'dan daha kolay, diye düşündü.
"Selam sana, İnayetli Meryem, Tanrı seninledir. Kadınla- rin en kutsalı sensin ve kutsaldır rahminin meyvesi, İsa. Aziz Meryem, Tanrı'nın Annesi, biz günahkârlar için şimdi ve ölüm saatimizde dua et. Amin." Sonra, "Kutsal Meryem, bu balığın ölmesi için dua et. Ne kadar harika olsa da" diye ekledi.
Victor Hugo diyor ki:
"Bir kitap, dünyadan daha geniştir. Çünkü maddeye düşünceyi de katar."
Benjamin Franklin diyor ki:
"Bir ülkede okumaya karşı istek artmadıkça, gaflet ve gafletten doğacak felâket azalmaz"
Deneyimlediğimiz ve düşündüğümüz her şey —sandalye, masa, 3 rakamı vesaire— Berkeley'e göre yalnızca zihinlerimizde var olur. Bir nesne, sizin ya da diğer insanların sahip olduğu düşüncelerin toplamasından ibarettir. Bunun ötesinde herhangi bir varoluşa sahip değildir. Birileri onları görmezse veya duymazsa, nesneler var olmayı bırakırlar; çünkü nesneler insanların (ve Tanrının) sahip olduğu düşüncelerin dışında veya ötesinde bir şey değildir. Berkeley, bu tuhaf görüşünü, Latince Esse est percipi —"Var olmak algılanmaktır"— ifadesiyle özetliyordu.
Locke öbür dünyada aynı beden olmaktan ziyade, aynı kişi olmanın önemli olduğunu belirtiyordu. Ona göre, aynı anılara sahipseniz, bu anılar farklı bir bedene iliştirilmiş olsa bile, aynı kişi olabilirdiniz.
Spinoza'nın Tanrısına inandığını açıklayan yirminci yüzyıl fizikçisi Albert Einstein gibi bazı çok ünlü hayranları oldu.
Spinoza'nın Tanrısı gayrişahsiydi ve insan niteliklerinin hiçbirine sahip değildi; dolayısıyla kimseyi günahları yüzünden cezalandırmazdı.