Bir keresinde Brecht şöyle demişti: “Yaratıcı yazarın sözcüğü, ancak gerçek olduğu ölçüde kutsaldır; tiyatro, piyes yazarının değil, toplumun hizmetçisidir.”
İngiliz Granville-Barker, “Bir sahneye koyucu, aktöre karşı sanki bir seyirciymiş gibi -ama ideal anlamda eleştirici bir seyirciymiş gibi- davranmalıdır” demekle, bence, doğru yolu bulmuştur.
Seyirci: Kuşku yok ki, birçok tiyatronun geleneği, sahne üzerinde sanatçının yeterli bir saygı ile dizginlenmediğini gösteriyor.
Rejisör: Evet, tiyatro üstüne, tiyatronun sanattan yana cahilliği, bilgisizliği üstüne çok şey söylenebilir. Ama bir insan, şok neticesi ani bir sıçrayışla tekrar ayakları üstüne dikilme umudu olmadıkça, yerde serili yatan bir şeye ne tekme atar, ne de yumruk… Batı kesimindeki tiyatromuz yerde serili yatmaktadır. Doğu ise, hâlâ bir tiyatrosu olmakla övünür. Burada, bizim Batıda ise, tiyatro tek ayağının üstünde güçlükle durmaktadır. Ben bir Rönesans gözlüyorum.
Kısaca, Hamlet’in sözleri ile anlatmak istersek, şöyle diyeceğiz: İster halkın estetik duygusunu harekete geçirsin, ister kralın vicdanına el atsın, aslolan, önemli olan piyestir.
Çünkü her piyesin sahnelenmesinde belli bir ölçüde sembolizm karışır işin içine. Söz gelişi, gün ışıklı sahneler mutluluğa, ay ışıklı sahneler hayal dolu sevişmelere uygun düşer.