Butimar kuşu denize çok aşıktır. Öyle ki her gün sahile gider kanatlarını açar ve uçsuz bucaksız, güneşin altında parıldayan deryayı seyre dalar. Susadığı zaman da denizin kuruyacağı korkusu ile tek bir yudum dahi içemez. Sadece izler karşılık bulamadığı yârini. Sonunda vücudu dayanamaz ve susuzluktan can verir. Butimar bu aşkı ile benliğini de bir kenara bırakmıştır aslında. Çünkü Butimar çok yükseklerde uçan bir kuştur ancak üç durum ile karşılaşınca uçamaz, kar yağınca, müzik sesi duyunca ve aşık olunca.
Uçamayan bir kuşa da kuş diyebilir miyiz?
En basitinden bir olaydır uçmak kuşlar için. Ama Butimar bu basit olayı dahi yapamaz aşkı yüzünden. Butimar, Butimar’lığını da kaybetmiştir artık.
Seni az tanıyorum… Az…
Sen de fark ettin mi? Az, dediğim, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi…
Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir…