Toplum dediğimiz olgunun, aslında duyarsızlığı, ötekileştirmesi ve vahşiliğiyle gerek geçmişte gerekse günümüzde ne denli korkunç olabileceğini gösteriyor. Her türlü kötülüğe karşı sessiz, kökten gelen bir kabullenişle hareketsiz, gölgesi yeryüzüne düşmüş bir kast sistemi içinde gücünü yitirmiş bir şeydir içinde bulunduğumuz bu toplum. Üstelik hem “modern insan” hem de modern insanın bir parçası hâline geldiği “modern toplum”, tüm bunlardan hareketle “diğerleri/ötekiler”e karşı çok sessiz hâl alıyor. Merhametini yitirmiş bu toplum, görülecek bir nesne, ziyaret edilecek bir dergâh, seyredilecek bir temaşa gibi Güldiyar’ın evine doluşuyor. Kız ağlamadığında huysuzlanan, ardından saplanan bıçaklar kızın gövdesini delik deşik ederken seyrin zevkine dalan bu toplum, bu modern insan, bu eskiyle yeniyi kendinde toplamış örgüt, tüm acımasızlığıyla yalnızca oyunun bir parçası oluyor ve burada yalnızca ilk insandan günümüze dek hiçbir şeyin değişmediğini, toplumun aynı acımasızlığı muhafaza ettiğini gösteriyor. İşte bu, Beni Kör Kuyularda’nın asıl zeminini oluşturan hadisenin ta kendisidir: Bilincini, merhametini, hassasiyetini yitirip taşlaşmış bir kalp taşıyan toplumun, acı çeken insanın hikâyesini bir seyirlik oyununa çevirmesi, işte, tüm mesele bu! YAZIK ÇOK YAZIK...