Hayatımızda kazanmak - kaybetmek diye basit bir denklem var ve biz devamlı eksiye düşmemeye çalışıyoruz. Kazandıklarımız ve kaybettiklerimiz kim olduğumuza göre anlamlanıyor ve değişiyor. Benim hâneme gururla eklediğim, bir başkasının denkleminde yer edinemeyecek kadar önemsiz kalabiliyor.
Karşılaştığım "Canımdan daha değerli bir şeyi kaybettim" alıntısı üzerine fark ettim ki, ben canımdan değerlisiyle hiç karşılaşmadım. Hâlâ hayatımdaki en sahici şey: nabzımın "hâlâ bir şansın var" dokunuşlarını hissedebilmek. Benim için
kazanmak - kaybetmek denklemindeki "baba" eksiyi ölüm koyuyor, hem de tam gediğine. Böylece kazanmak=kaybetmek eşitliğine ulaşmış oluyoruz. Ne yazık ki yalnız bu eşitliğe değil, birçok eşitliğe de ancak ölümle ulaşabiliyoruz.
Neticede, oyunun sonunda kimse kazanmıyor ve kimse kaybetmiyor. Sanırım biz insanlar, buna rağmen yaşamayı isteyecek kadar cesur ve hâlâ kazanmak isteyecek kadar tuhafız.
Yaşam, ayrımcılık yapmaz. Tuvalet temizleyenler ya da başbakanlar... Yaşam için biri diğerinden farklı değil. Ölüm, hepsini aynı şekilde yere yığar. Ölüm, dünyadaki tek komünisttir.
Gözle görülen bir hapishanede yaşayan birkaç mahkumla tanıştım.Geri kalanı, zindanlarını yanında taşıyorlar. Bilinç adı altında; ahlak, gelenek adı altında. Ve daha binlerce kölelik adı altında.
Öğrenciler karşısında acizliğini hisseden öğretmenler daha otoriter bir tutum içine girerek ve öğrencilerin kendilerine yakınlaşmasını önleyerek kendilerine Güven içine almaya çalışırlar.