Sarı bir yıldız güneyden batıya doğru kayarken Avdo küçüklüğündeki gibi o yıldızın sesini duymaya çalıştı. Duymanın da hayal edilebileceğini Mardin’deki ustasından öğrenmişti.
“Kötüler her yandaydı ve kalabalıktı. Onlar dağın taşıyla, ovanın kuşunu vururlardı. Dağ taş onların değil, ova kuş onların değil, yine de her şeye göz koyarlardı. Yüz yıldır, bin yıldır aynıydılar. Kötü kalpli ve kurnazdılar.”
Hani, dedi, yaşlıların geçmişi gençlerinse geleceği uzundu? Ne oldu gençlerin uzun geleceğine?Ben bile zamanın ipine tutuna tutuna yaşlılığa erdim de bu çocukların ne bugünü ne yarını belli.
Gece, sessizlik değil damıtılmış ses demekti.Gündüz bütün sesler birbirine karışıp gürültüye dönerken, gece her ses kendi sadeliğiyle belirirdi.Çocukluğun şarkıları, ruhların iniltileri, baykuşun ötüşü.Gündüzün karmaşasında bunlar anlaşılmazdı. Acılar, özlemlerde öyle.İnsan geceleyin kendisiyle yalnız kaldığında hissederdi saf sızıyı. Erguvan ağacının yanındaki pınarın sesi karanlıkta eski ağıtları çağrıştırabilir, yıllar önce yiten sevgilinin hüznü kalbi sarabilirdi.Gündüz o yükleri taşımak kolay, insan gerçekten yalnız olduğuna geceleri inanabilirdi.