Evet.
Sevgili dostlarım ve arkadaşlarım, hayırlı geceler...
Bugün tanık olduğum ve gözlemlediğim bir olayı size anlatmak istiyorum.
Her zaman ki gibi, iftarımı açıp, evimin iki sokak üstünde kalan parka gidip; banklardan birine oturmuş, kitabımın sayfalarını karıştırırken, parkın sessizliğini iki çocuklu bir aile dağıtmıştı, bu ailenin iki kız çocuğu vardı.
Kızlardan ufak olan 5-6 yaş civarında, büyük olan kız ise 11-12 yaşlarındadır diye tahmin ediyorum. Büyük olan prensesin zihinsel kusurları vardı, abla-kardeş anne ve babaları tarafından salıncakta sallanırken; etrafa saçtıkları muhteşem neşeleri görülmeye değerdi, o anki ambiyans bir yandan beni mutlu etti, bir yandan da beni şu düşünceye itekledi: “Hayat aslında bir tiyatro”, sanat olanı yani orijinalden ayıran tek farkı içinde sürekli Ana karakter olan bizler...
Burada anlatmak istediğim şudur; diğer aileler, sağlam çocuklarına bile yeri gelince tahammül edemezken, bu aile zihinsel kusurlu çocuğu için, parkta elinden ne geldi ise yapmaya çalıştılar. Çocuğunun hayatında bir bakıma başrolü oynadılar.
Aslında bu da bir bakıma tiyatrodur ancak tek farkı, hiçbir çıkar ve menfaat, planlama olmaksızın anne-baba şefkati ile doğal, masum bir gösteridir.
Artık ne kenti ne sokağı hissediyordum, ne sokağın adını ne de kendi adımı; burada yabancı olduğumu, tanımadığım bir yerde her şeyden müthiş bir biçimde arınmış olarak durduğumu duyumsuyordum yalnızca...
...