İnsanın bu kadar kolay mutlu olabileceğini sanmıyorum. Saadet, kapılarında ejderhaların beklediği masallardaki saraylara benzer. Bu sarayları ele geçirmek için mücadele etmek gerekir.
Ülkemiz, büyük adamlar da yetiştirmiştir. Nokta çizgili sınırlardan, beyaz köpüklerle başlayarak tıpkı haritalardaki gibi rengi gittikçe koyulaşan denizlere kadar; derin deniz yaratıklarına benzeyen göllerden, üzerlerinde yükseklikleri yazılı beyaz dağ doruklarına kadar ülkemiz, bir zamanlar canlı ve yaşamış irili ufaklı büyük adamlarla doludur. Hemen hepsi bugün birer heykel olan bu büyükadamlar, ülkemizi bir baştan bir başa kaplar. Ne yazık ki, haritaların ölçekleri elverişli olmadığı için, bu heykelleri gerçek yerlerinde göstermek mümkün olmamıştır.
Cümlelerden biri canımı tüketmişti: "Sen iyileşir iyileşmez, tekrar konuşuruz"... Ben deliliğe batıyordum, amansızca gömüldüğümü biliyordum, Clara'nın beni tutmasına ihtiyacım vardı. Filanca yerde, sözgelimi Fransa’da buluşalım, tekrar birlikte bir hayat kuralım, o zaman hemen düzelirsin, demesine. Hayır, o tam tersini yapıyordu: "Sen iyileşir iyileşmez, tekrar konuşuruz"! Ne kadar sürerdi bu? Bir yıl? İki yıl? On yıl? Clara' dan uzak, kızımdan uzak asla kendime gelemeyeceğime emindim.
Dünya kararıyordu.
Kaderin karşısında, kedinin güzelce oynadıktan sonra öldürmeye hazırlandığı fare gibiydim. Derler ya, ne kaçabilen ne de hayatta kalmak için bir çıkış bulabilen fare o anda çıldırıp fırıldak gibi dönmeye başlarmış...