Kendi ruhunu unutmamış bir adam, başkalarının ruhunu da es geçmiyor. Ruhunu asla geride bırakmadığı için hayatı yavaşlatıyor, kendisini günlük hayatın koşturmacasına kaptırmıyor.
Bir homo melancholis olabilseydik eğer, depresyon içimizde bu kadar kolay kök salamayacaktı. Hayatın bize sundukları içinde hüznü doğal bir seçimle sevebiliyor olsaydık; iri kahkahalara,gösterişli hayatlara ihtiyaç duymayacaktık. Ruhumuzu faniliğin dalga boyuna ayarlayabilseydik, incinmezlik ve sonsuzluk yanılsamasının avucumuzdan kayıp gittiği anlarda, yeis sırtımızı yere vuramayacaktı. Ancak ruhunu kaybetmemişler hayal edebilir. Ancak hayal edenler hüzünlenebilir. Dünyaya dokunmadan da onu sevmek mümkündür. Her an gidecekmiş gibi, her şey her an bitebilirmiş gibi yaşamak mümkündür. Hüznün kanatlarına dokunursanız, kendi adımlarınızın sesini duymazsınız. Orada sadece meleklerin hışırtıları vardır.
Gazze için dua zamanı.
Şehit yavruların resimlerine bakıyorum. Ne kadar güzeller. Bu güzellik duygusuz dünyaya meydan okuyor. Bu güzellik hayatta maddi olanın dışında başka bir varoluşun da mümkün olduğunu haykırıyor. Hayatın sadece özgürlük ve onur için yaşanmakla bir değer ifade edebileceğini söylüyor. Robotlar insanları öldürüyor. Dünyanın kalan kısımlarında başka robotlar alkış tutuyor. Herkes insanlık veya robotluk katsayısına göre bir tutum takınıyor. O güzel yavrular, o bir taneler, o ciğerpareler, anne ve babaları insan olduğu için ölüyor.
Ona insanın bu dünyada bedeniyle değil, sadece ruhuyla var olduğunu söyledim. Sadece ruhumuzda taşıdığımız mücevherlerin bizi başka insanlardan farklılaştırdığını, akledebilen kalbin ne büyük bir bağış olduğunu.