At çalmaya gidiyoruz, Norveç edebiyatının en çok sevilen kitaplarından biri. Bunda yazarın Per Petterson olmasından da kaynaklandığını düşünebiliriz. Yazar genel olarak otobiyografik öğelerle hikayelerini süslemeyi seviyor. Bu romanındaki konuda da hikayenin yüzde kaçı kendi hayatından bilinmez; ancak iki farklı zaman diliminde geçen, iklim şartlarının zorlukları arasında biz Trond’un hem geçmişteki hem gelecekteki hayatını ve bunların birbiriyle bağlantılarını anlatırken ilgiyi diri tutmayı başarıyor.
Ben kitaplara başlarken, arka kapakları, ön sözleri hiç okumam, herhangi bir ön yargım oluşmasın diye. Yanı sıra hikayenin gidişatı arasında hayal kurmama da yardımcı olur. Böylece farklı sonlar yazabilirim. Bu hikayede, başlangıçta aktarılanlar ve aktarılma tarzı ile hiçbir tahmin yürütemedim ve benim kafamda yazdığım pek çok olasılık, asıl gidişattan çok farklı oldu. Belki de gerçekten beni kitaba ilgiye bağlı tutan unsur da bu oldu diyebilirim.
Bir baba ile oğlun ilişkisinin yanısıra, erken ergenlik döneminin de hezeyanlarını hatta diğer zaman diliminde de yaşlılığın getirdiği bedeni zorlukları yaşamayan Trond’un hissettikleri etkili bir ve okuyucuyu sıkmayacak biçimde aktarılmış. İkinci dünya savaşının sonralarına doğru, hikayeye etki eden noktaları ile gençken yaşanan zaman diliminde bir savaş hikayesi sunmak yerine, yan unsur olarak aktarılmış.
Kitabın en etkileyeci cümlesi , iki hikayeyi de birleştirmesi ve felsefesinin özünü sunması sebebiyle: “Canımızın ne zaman acıyacağına gerçekten kendimiz karar veririz.” Peki Trond’un canını neler yaktı, ya da nelerin onu acıtmasına asla izin vermedi?