Hiç bir kediye bakıp "acaba şu anda ne düşünüyor" diye merak ettiniz mi? Hayva Çiftliği, hayvanların düşünebildikleri bir distopya. Ama aslında hayvanların her biri birer sembol ve kital gerçek hayattaki diktatörlükleri anlatıyor.
Tabii bunu yaparken hayvanları sembol olarak kullandığı için, her okuyucunun aklına başka bir diktatörlük geliyor...
1984'ü okuyanlar iki kitap arasındaki bağlantıları da fark edeceklerdir.
Kısacası hayvanlar üzerinden despot rejimleri anlatan bir kitap diyebilirim.
Bir Stefan Zweig kitabı daha bitirdim. 'Kızıl' kelimesi olaya çok sonradan dahil oluyor. Bu süreye kadar anakarakter olan Berger'i tanıtıyor yazar bize. Kız gibi büyümüş Berger, narin ve özgüvensiz. Bu yüzden kendinin tam tersi olan birini idol belirliyor kendine, sonrasında asla onun gibi olamayacağını anlasa da... Kitapta bir
"Yüreğim acı çekmekten korkuyor," dedi bir gece Simyacı'ya, aysız gökyüzüne bakarlarken.
"Yüreğine, acı korkusunun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle."
Hani tarihi olayları yaşayan insanlar sanki "başka" birileriymiş, onlar bizim gibi değillermiş gibi düşünürüz ya... Bu kitabı okuduktan sonra bir daha böyle düşünemeyeceksiniz. Anne o kadar "tanıdık" birisi ki, hiç yabancılık çekmiyorsunuz.
Ben okurken Anne'nin o anlatılan hikayelere tanıklık ettiğine inanmakta zorlandım.
Bu arada eğer "Neden günlük tutmalıyım?" sorusuna cevap arıyorsanız bu kitap tam sizlik.
Anne, tek başına yaşamadı. Arka Ev'de onunla beraber kalan 7 kişi daha vardı. Ama sadece onun düşünce ve anılarını biliyoruz. Çünkü sadece o yazdı!