Okumak için bu kadar geç kaldığıma pişman olduğum nadir romanlardan biri. Milli mücadele dönemini bu denli gerçekçi ve tüm yönleriyle anlatmayı başarabilen başka bir roman var mıdır, okudukça göreceğim. Hem tarihi olaylar çok iyi aktarılmış, hem olayların insan karakterleri üzerindeki yansımalarını çok iyi ifade edilmiş. Yakup Kadri’den ve Halide Edip’ten de bir çok roman okudum. Fakat dilinin bu kadar akıcı ve olayların bu denli sürükleyici ilerlediği başkaca bir romana rastlamadım. Küçük Ağa’nın onlar kadar konuşulmuyor oluşu oldukça üzücü. Roman karakterlerinin yaşamları detaylıca tasvir edilerek o dönemin zorlu gerçekçiliği sonuna kadar içine işletiliyordu insanın. Gözlerim dolu dolu, ilmek ilmek okuyup sindirdiğim panaroma gibi bir romandı. Kitabın basımının eski oluşu, sayfaları çevirirken aldığım o yaşanmışlık kokusu okumamı ayrı bir keyifli kıldı. Benim için tarihi edebiyat işte tam olarak bu romandır.
“Bir millet mezarının kıyısında boğuşuyor, yeniden hayata katılmak için dişini tırnağına katıyordu. Bu trajik savaşta yenilişin hesabını yapmak kolaydı. Zor olan, Küçük Ağa’yı terleten, diken üstünde gibi tedirgin eden, zaferdi, zaferden sonrasıydı. Zira, o inanıyordu ki, başlangıç bu günler değildi, başlangıç zafer denilen şey olacaktı. Başlangıç, yani Türkiye’nin hayatıyla ilgili asıl savaşın başlangıcı. Ve bu savaş zaferden sonra başlayacak iyilerle kötüler, mideciler ve budalarla vatanseverler arasında geçecekti.”