Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.
Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik,
Tenimde acısız yatan bir bıçak.
Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik,
Dayandıkça çisil çisil yağacak.
Bu yağmur, delilik vehminden üstün,
Karanlık, kovulmaz düşüncelerden.
Cinlerin beynimde yaptığı düğün,
Sulardan, seslerden ve gecelerden...
Necip Fazıl KISAKÜREK
Musa bebeğin suya bırakıldığı sanduka ölümdür.Bebeğin koyulduğu bu tahta mahfaza tabutu temsil eder.İçindeki beden de cesedi.Tabutun içine bırakıldığı su ise yaşamı,hayatı,âlemi,ilmi sembolize eder.Böylelikle ceset ruha,madde manaya,zahir batına,ve toprak suya kavuşur.Hz.Musa’ya işte o engin ilmi kazandıran bu sudur.Onun ismindeki hikmeti de burada aramak gerekir.Kıpti dilinde “mu,” su; “sa,” da ağaç demektir;yani Musa’ya içinde bulunduğu şeyin adı verilmiş,hayatı boyunca da bu hikmetin,daha doğrusu onu şekillendiren mutlak İrade’nin izleri devam etmiştir.Elinde ağaç parçasıyla yerden su çıkaran,asasını bir canlıya dönüştüren ve nihayetinde koca bir denizi ikiye ayırarak suya hükmünü geçiren de yine Hz. Musa’dır.Onda tabiatın;suyun ve toprağın pek çok ilmi gizlidir…
Şehirde asillerden bir erkek veya kadının mutlaka giysili dolaşması gelenek iken o, altın ocaklarındaki işçileri ve köleleri hep çıplak tutardı; kim olduklanm asla unutmasınlar diye, oysa Lidya'da çıplak biri itibarını ve şerefini hemen kaybeder , köleliği kabul etmiş olurdu. Diğer yandan, sektörde herkes, farkında olsunlar yahut olmasınlar bir biçimde altının kölesi olarak yaşardı. Bu sarı parıltıda öyle bir güç vardı ki, tüketenleri düşünceleriyle, üretenleri de bedenleriyle köleleştiriyordu. O yüzden üretenler şehrin sokaklarında bile çıplak; tüketenler, sektöre girdiklerinde bile giyinik oluyorlardı. Ketenden dokunup dizlere kadar uzanan ve üzeri altın kartuşlarla bezeli kytassis giyen bir Lidyalı dünyanın en asil insanlanndan sayılır ve köleleri aşağılama hakkı elde ederdi.