Yaylı bir enstrümanı çalarken hüzünlü, acayip yahut tiz bir sesin çıkması gibi, bu sözcüklerle yüreğimi ovalarsam cümleler kalemimden dökülecek. Bu cümlelerin arasına beyaz sargı bezi örtüp saklansam olur mu peki?
Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.
İnsanlar benim gibi kötülerin cehenneme gideceğini düşünür. Ama kötüler cehenneme gitmez. Zaten burası cehennemdir. Zihinde tek bir umut ışığı olmadan her an karanlıkta yaşıyor olmak cehennemden farksızdır.
Bir gün her yere yerleştirilmiş sayısız talihsizlik tuzaklarından birine yakalanacağım. Hayatı kökünden sarsan talihsizlik, ne kadar debelensem de peşimi bırakmayacak inatçı ve ısrarlı bir korku, bir gün benim hassas hayatımın üzerini kaplayacak.
Bu tarz ifadeye sahip insanlar vardır. Bir türlü iç dünyalarını yansıtmayan insanlar. Üzüldüğünde ya da öfkelendiğinde bile her zaman tebessüm eden insanlar yani.
"Hayat, seni hayal kırıklığına uğrattında ne yapman gerektiğini bilmek ister misin?" dedi.
"...Sadece yüzmeye devam et. Sadece yüzmeye devam et, yüz, yüz."
Bu iyiydi. Evet ağlıyordum. Ama daha iyi hissedecektim. Bu sadece insan doğasıydı, yeni bir katmana hazırlanmak için eski bir yarayı iyileştiriyordu. Hepsi buydu.
Böyle yaşamak istemiyorum anne. Bu benim seçtiğim bir hayat değil. İyileşme umudum olmadığına göre uygun bulduğum bir şekilde sona erdirmek istemem son derece mantıklı.
Zaman artık benim için iki ucu keskin bir bıçak: Takvimden kopan her yaprak beni hastalığımın nüksettiği son badireden uzaklaştırıp bir Sonrakiler yaklaştırıyor - ve en nihayetinde de ölüme.