Adı “hayat” olan bir otobanda imkansızlık ve zamanlama hatası adlı araçların karıştığı birçok kazaya karıştığın yazıyor sicilinde, çünkü kayda öyle geçmiştir bizzat senin verdiğin ifade ve doğrudan kendi yaptığın, hadi yalan olmasa da yanlış şahitliğinde. Peki gerçekten yaptığın tüm hayat kazaları öyle mi oldu? Gitmemen gereken yönlere inatla gitmelerinin, birlikte yola hiç çıkmaman gereken insanlara yolcuklara çıkmalarının etkisini göz ardı mı edeceksin? Dilin bana karşı yanıtlar verirken belki göz ardı eder etmesine de, kendinle baş başa kaldığında aynı şeyler mi dökülür gönül dilinden?
Boş bir mevzu var hem de içi bayağı bir boşluklarla dopdolu olan. Herhangi bir çay bahçesindeki kare masalarda sandalyemi yana çevirip dirseğimi masaya koyup oturmayı ayrı seviyorum, denk gelirsek bir yerlerde tanı ve yanıma sakın gelme diye söylüyorum. Gelme çünkü zihnimden geçen tüm devrik cümlelerimle birlikte tek başıma oturmayı, susmalarım eşliğinde hayatın kısıkta olsa güzel sesini duymayı, başka insanlarla birlikte oturmaktan daha çok seviyorum. Merak etme çok sürmez çay bahçesindeki bu küçücük ama çok huzurlu saltanatım. Az sonra mutlaka gelir densiz bir çift, biten çayımın boş bardağından da güç alıp, bardağımdan daha boş olan özgüvenleriyle karşımda durduktan sonra; “siz birazdan kalkacaksanız yerinize biz oturabilir miyiz” der. Onları başımdan savsam başkaları gelir, tek başıma oturuyorum diye yanımda onlara göre boş duran, benim içinse o boş haliyle bile etrafımda var olmalarından ötürü kalabalıkmışım gibi hissettiren 2 kıytırık sandalye ile oturmak bana çok görülür, tacize başlarlar ve sonunda ben çoğu içimden, azı dışımdan küfredip kalkarım yerimden. Çünkü hangi saadet ebediyete kadar sürmüş ki zaten? Ne boş bir hayat değil mi? Heyhat kere heyhat.