Yazarın kitabın içinde bir karaktere söylettiği haliyle, romanlarda sanki o insanları görmüş gibi olmayı, sanki o mekanlarda gezmiş gibi olmayı sevdiğinden bahsediyor. Bunu Madam Bovary'nin anlatım tarzında çok net görebiliyoruz.
Kitabın en büyük eleştirisi olan betimlemelerin uzunluğu kesinlikle okuyucuyu çok yoruyor. Aslında genel anlamda güzel mesajlar vermesine rağmen, bundan dolayı asıl hikayeyi okumakta biraz zorlanıyoruz. Karakterin otururken dirseğinin köşesindeki kıvrım yerine asıl anlatılmak istenen konular 250 sayfada anlatılmış olsaydı ortaya harika bir klasik çıkabilirdi.
Ancak tüm bunlara rağmen hızla değişen bir olay örgüsü var. Karakterler de bununla birlikte sürekli değişiyor, bu sizi hikayenin içinde tutuyor. Her şey bir anda olup bitiveriyor. Duygular, olaylar çoğu yerde uzun uzadıya anlatılmıyor. Gitti. Geldi. Gördü. Değişti gibi ardı ardına sıralanıveriyor.
Ana karakter Emma'nın, düşlerindeki gibi gerçekleşmeyen evliliği sonucu yaşadığı hayal kırıklığını görüyoruz.Madam Bovary hayatının tekdüzeliğinden öyle sıkılmış ki artık bir çırpıda okunan korku romanlarını sevdiğinden bahsediyor. Hayatında daima bir heyecan, tutku arıyor.
Bir kadının, eğer kocasına saygı duymazsa ve işe yaramaz bulursa nelere başvurabileceğini anlatıyor yazar.
---SPOİLER---
En başından beri, ilk karısına olan bakışından dolayı, Charles karakterine hiçbir zaman üzülemedim, etme bulma dünyası diye düşündüm. Ancak en son sayfalarda Emma'nın yatağı başında hâlâ karıcığım ben mi bir şey yaptım, diye düşünmesi içimi parçaladı doğrusu.