On üç yaşından gün almış her Marran, dışarıda rengini belli etmemeyi öğrenmiş olurdu çoktan. Görüşlerine katılmasa da kalabalığı kızdıracak bir şey söylemezdi. Hatta Hıristiyan papazlardan aldığı Yeni Ahit derslerinde, gerçek inancının aşağılanmasına, hakaretlere uğramasına ses çıkarma hakkı da yoktu.
Marranlar ise duyduklarına inanmakta zorlanıyor, konduramıyorlardı. Ne de olsa, Portekiz'in bir parçasıydılar. Yüzlerce yıldır bir arada yaşıyorlardı, inançlarını değiştirmeye zorlansalar da...
Necip bu küçük aile mahrimiyeti meclisinde yarı dalgın, derin bir acıyla kendi kendine, " Evet, insanın bir karısı olup da onu sadece ismiyle çağırmak mutluluğu," diye üzülüyordu.
Nora'ya göre ilişkilerde üç çeşit sessizlik vardı. Tabii ki pasif agresif sessizlik, artık konuşucak bir şeyimiz kalmadı sessizliği ve bir de Eduardo'yla ikisinin ulaştığı türden bir sessizlik. Konuşmak zorunda olmamanın sessizliği. Yalnızca birlikte olmanın, birlikteliğin. İnsanın yalnızken sessiz kalmaktan rahatsız olmaması gibi.
"Bazı yolların daha kolay olacağını düşünmek işimize geliyor bence,...
...Boş yere hayatımızın farklı olmasını diliyor, kendimizi başkalarıyla ve kendimizin farklı versiyonlarıyla karşılaştırıp duruyoruz ama gerçekte çoğu hayat bir yere kadar iyi ve bir yere kadar kötü."
Nora şoktaydı. Ama bottakilerin zannettiğinden biraz farklı bir şoktu bu. Ölüme yaklaşmış olmanın şoku değildi. Aslında yaşamak istediğini anlamış olmanın şokuydu.
"Hayat çok garip," dedi Nora. " Her şeyi bir arada yaşamamız. Dümdüz bir çizgide. Ama resmin tamamı bu değil. Çünkü hayat yalnızca yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da oluşur. Ve yaşadığımız her an... bir çeşit dönemeçtir."