Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Nur

Nur
@_Debussy
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
"Her şey bana yabancı, her şey, bana ait bir insan yok, bu yarayı kapatacak bir yer yok. Burada ne yapıyorum, bu hareketler, bu gülüşler ne anlama geliyor? Buralı değilim, başka bir yerden de değilim. Yüreğimin hiçbir destek bulamadığı bu yerde dünya bilinmeyen bir görüntüden başka bir şey değil. Yabancı, kim bu sözcüğün anlamını bilebilir?" Albert Camus
Reklam
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya Kucakladın mı sımsıkı
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu? Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer... Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir. Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına? "Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş. ~ Nilgün Marmara ~

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum. Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor. Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını. Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden satın alınmış bu teraziyi bir gün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim. ~Nilgün Marmara ~
Ay Karanlık Maviye, maviye çalar gözlerin Yangın mavisine Rüzgarda asi, körsem Senden gayrısına yoksam Bozuksam Can benim, düş benim Ellere nesi?
Reklam
İncecikti. Sözcükler, karşısındakini incitirim kaygısıyla titreyerek çıkardı ağzından. Zülüfleri dudaklarının üstünde ikinci bir sözdü. Sesindeki her duyguya, yüzündeki her anlama inanırdım. Şiir okurdu. Şarkı söylerdi. Çiçekli gamzeleri vardı. Öyle güzeldi ki, kimse kederini göremezdi. Bir baba acısı fısıldardı arada bir. Uzak bir çocuğa tutunurdu. Hepimizi bu acıyla severdi. Sonra hemen yeşeren otların fotoğrafını çekerdi. Tanrıyı incitmiş gibi gökyüzüne gülümserdi. Bir gün ışıksız rüzgârsız bir sessizlikle geldi. Gideceğim, dedi. Burada üşüyorum. Dünya ağır. İnsan korkunç. İnanacak gücüm kalmadı. Her şeye bulantıyla bakıyorum. Güzellik yıkıcı. Hiçbir inceliğe inanmıyorum. Bir sonsuz kum içinde bir yıldız rüyasıyım. Seni sevecektim. Söyleyemedim. Gidince mi? Yalnızlık benden önce gidecek, biliyorum. Belki filizlenen bir taş... bir yerlerde. ~şükrü erbaş~
“Seni hiçbir dünya telaşına değişmedim ben. Evlerin ve kalabalığın ağırlığını sana üstün tutmadım. Yoksulluğun acısından hafif bilmedim acını. Nereye gidersem gideyim seni yürüdüm hep. Sevincini bir barış, bir bayram sabahı gibi taşıdım içimde. Sesine güvendim, gözlerine en çok yakışan o sürekli yaz ikindisine. Bütün öksüzlerin kederiyle baktım yüzüne, ne zaman geleceği düşündüysem. Bir haksızlığı haykıran herkese senin soluğunu verdim. Bütün hapislerin penceresi yaptım seni. Sonra tuttum kenar mahallelerin yalnızlığını gösterdim, bir özür, bir bağışlanma umuduyla. Söze inandım, gövdene ondan çok… Dönüp dönüp sana geldikçe anladım özgürlüğün aşk olduğunu. Alışkanlıklara yenilmedim ben, seni bir alışkanlığa dönüştürmek istemedim yalnızca. Işıklı bir korunak arayacağım sesinin kıvrımlarında. ‘Gelmen iyiliktir’ diyeceğim. Yüreğimden başka yanıtım olmayacak. Bir sorudan bir soruya vuracağım seni yine. Dünyanın bütün yağmurları yağacak iki söz arasında. Ellerimi geçmişe mi geleceğe mi koyacağımı şaşıracağım. Küller altındaki köz için bir yudum soluk isteyeceğim. 'Aşk iki kişiliktir’ sözünü düşüneceğim uzun uzun. Kalkıp pencereden hayata bakacağım. Alnından öptüğüm yerde 'Ülkemsin’ diyeceğim. Bir gülüşünle çıkıp caddeleri dolduracağım. Ya sen bu ülkede doğmasaydın, ya ben aşkı herkes gibi bilseydim?” Şükrü Erbaş
Küçük prens böylece çok geçmeden aşkının iyi niyetine rağmen çiçekten şüphe etmeye başlamış. Önemi olmayan sözleri ciddiye almış ve çok mutsuz olmuş. Bir gün bana içini dökerek, "Onu dinlememeliydim," dedi, "çiçekleri dinlememek lazım. Onları seyretmek ve koklamak gerek. O benim gezegenimi güzel kokusuyla sarıyordu ama ben bununla mutlu olmayı bilemedim. O kadar canımı sıkan o pençe meselesinin beni yumuşatması gerekirdi aslında ... " Sonra da dedi ki: "Onu hiç anlayamamışım! Onu sözlerine değil davranışIarına göre değerlendirmem gerekirdi. O bana güzel kokusunu veriyor, hayatımı aydınlatıyordu. Kaçınmama hiç gerek yoktu aslında! O küçük kurnazlıklarının ardına gizlediği sevgisini anlamalıydım. Çiçekler çelişkilerle dolu! Ama ben de onu nasıl seveceğiınİ bilemeyecek kadar gençtim.
Kendimi çıkarıyorum seninle olan her davadan Sadece kendimi değil, ellerimi de çıkarıyorum Gözlerimi çıkarıyorum, sabah öpmelerimi çıkarıyorum İçten sarılışlarım kalmak istiyor ama onu da önüme katıyorum En sevdiğin yemekleri çıkarıyorum Adını dünyanın en güzel melodisine döndüren sesimi çıkarıyorum Açık bıraktığında omzunu örten şefkatim kalmıyor elbet Gecelerim de gidiyor ömrümden En sevdiğin elbisem dolabın kapılarını çarpıp gidiyor Nergise benzetirdin kokumu, kokum nergise karışıyor Terliklerim küsüyor, diş fırçam "Hadi" diyor Yatağının sol yanı bana üzgün bakıyor, "Dolar mı?" sence diyor Saçlarım kaçıyor ellerinden, fırçalarım kuruyor Duvardaki boyalar akıyor tuvalden Uykularımız sırtlarını dönüyor artık Nefeslerimiz tuğlalar örüyor aramıza Söylenecek sözlerimi mideme hapsedip, kelebeklerimi katlediyor Kahkahalarım kapatıyor kendini odaya "Çık" diyorum, çıkmıyor Yar yarımdan çıkıyor, her şey normale, eski haline dönüyor Çıkarıyorum kendimi senden, elinde haksızlık kalıyor Çıkarıyorum seni benden, elimde yalanın kalıyor Çıkarıyorum hayatlarımızı birbirinden, geriye pişmanlık kalıyor
Sen el kadar bir kadınsındır Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli Bazı ağaçlara kapı komşu Bazı çiçeklerin andırdığı İş bu kadarla bitse iyi Bir insan edinmişsindir kendine Bir şarkı edinmişsindir, bir umut Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da Saçlarınla beraber penceredeyken Besbelli arandığından haberli Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda Sevgili C.S.
77 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.