"Dördüncü Murad devrinde yaşayan Bekrî Mustafa, her gün geçtiği Küçük Ayasofya Camii'nin önünde kalabalık bir grup görür. Merak edip yanlarına yaklaşınca adı geçen camiye bir hırsızın dadandığını, akşamleyin kandillere konulan zeytinyağlarını yok ettiğini, cemaatin büyük bir gayret göstermesine rağmen hırsızı bir türlü yakalayamadığını öğrenir. Hırsızı kendisinin derdest edebileceğini cemaate söyler ve o gece camide kalır. Yatsı namazı kılındıktan, el ayak çekildikten sonra hırsız, bulunduğu yerden çıkar. Torbasından çıkardığı ekmekleri kandillerdeki zeytinyağlarına banarak yemeye başlar. Bataklıkları kurutur gibi kandilleri temizler. Derken bir anda Bekri Mustafa'yı karşısında görür ve şöyle bir irkilir. Yarısı Arapça, yarısı Türkçe sözlerle kelime oyununa başvurarak şöyle der:
- Zeytin Allah'ın zeytini, ev Allah'ın evi, ben de Allah'ın kuluyum, anlamına, ez Zeytü Zeytullah, el Beytü Beytullah, ene Abdullah, der. Işte tam bu sırada Bekri Mustafa elindeki şişeyi hırsızın kafasına indirir ve der ki:
Bu da ed-Darbetü min tarafillah. Yani Allah tarafindan bir darbedir!"
Dursun Gürlek, Karinca Huzura Varinca'dan