Hepimizi buraya davet etmesinin bir nedeni vardı. Sadece tatilin tadını çıkarıp sonra da eve dönmeyecektik. Sanırım bunu hepimiz biliyorduk. Asıl soru ise şuydu: Ne kadar ileri gitmek istiyordu?
"Senin sorunun Annabel, artık geçmişte kaldığı için geçmişin bir önemi yokmuş gibi hissediyor olman. Davranışlarının nasıl sonuçlar doğurduğunu düşünmüyorsun. Kendine çok odaklanırken diğer insanlara yeterince odaklanmıyorsun."
“Diyorum ki, sen şimdiye dek tanıştığım en güzel kaos türüsün. Ve kaos beni korkuturken sen onu arzulamamı sağlıyorsun. Diyorum ki, kendimizi saçma bir durumun içine atmış olsak da… bir an bile düşünmeden tekrar yapardım çünkü bana seni verdi.”
Anahtarların sesi bir zili andırıyordu.
Mezbahaya götürülen masum bir koyunun boynuna takılmış bir zil.
Öte yandan kalpsiz kasap mı yoksa kurtarıcı çoban mıydım, bilmiyordum.
Tuvalet kağıdına yazdığım bu roman asla kurgu olmayacak.
Bu benim otobiyografim. Böylece bir gün, değerim tükendiğinde ve efendim benim için ödediği her peninin karşılığını aldığında, birisi çok fazla şeye katlanan dilsiz köleyi hatırlayabilir..
Belki işte o zaman, özgür olurum.
Diğer insanlar içgüdüsel olarak kötü bir şeyleri fark edip bu adamdan uzak dururken ben ona kendini iyi hissettirmeyi görev edindim. Zihnimdeki sesin beni uyarıp kaçırmasına izin vermedim; bunun yerine, katı
“ Yargılama. Dinle,” kuralına uymayı tercih ettim.
Annemin öğrettikleri yanlıştı.
Korkmak yerine sempati duymama sebep olmuştu.
Kötüyü fark etmek yerine iyiye inanmamı sağlamıştı.
Katilimle dans ettim.
Evet, iradem kırılmış gibi görünüyordum.
Evet, mutlak suretle itaat ediyordum.
Fakat içimde, kırdıkları parçaları bir şekilde yapıştırıp kıymet verdiğim bir şeye dönüştürmüştüm.