Nora hayatı olduğu gibi kabullenmiş gibiydi; kötü bir deneyim yaşadı diye bütün deneyimlerin kötü olması gerekmiyordu. Hayatını acı çektiği için değil, acıyı dindirmenin bir yolu olmadığına kendini inandırdığı için bitirmek istediğini anlamıştı.
“Satrançta kazanmak istiyorsan, bir şey anlaman lazım“ dedi, Nora’nın tek derdi buymuş gibi.“Anlaman gereken şu: Oyun bitene kadar hiçbir şey bitmiş değildir. Elinde tek bir piyon kalmış olsa bitmez. Bir tarafta tek bir piyon ve şah varken, karşı tarafın bütün taşları duruyor olsa da, oyun devam eder. Sen bir piyon olsan da– ki belki hepimiz öyleyiz – piyonun en sihirli taş olduğunu asla unutmamalısın. Ufacık ve sıradan bir şey gibi görünebilir ama öyle değildir. Çünkü hiçbir piyon piyondan ibaret değildir. Bütün piyonlar kozadan çıkmayı bekleyen birer vezirdir. Senin tek yapman gereken, ilerlemeye devam etmenin bir yolunu bulmaktır.Her seferinde tek bir kare. Bu şekilde karşıya geçip bütün güçleri sahip olabilirsin.”
Demek istediğim acıya karşı bağışıklık kazanmamızı sağlayacak bir yaşam tarzı olmadığını anlasak her şey çok daha kolay olurdu. Mutluluğun doğasında acınında olduğunu. Biri olmadan öbürünün de olmayacağını. Tabii ki farklı düzeylerde ve miktarlarda. Ama hiçbir hayatta sonsuza kadar saf bir mutluluk içinde olamayız.
Bir yerde uzun zaman kaldığınızda, dünyanın ne kadar büyük ve uçsuz buçaksız olduğunu unutuyordunuz. O enlem ve boylamların uzunluğunu algılamıyordunuz. Kendi içinizdeki uçsuz bucaksızlığıda algılayamadığımız gibi, diye düşündü Nora.